seo çalışması ve seo fiyatları,ndan islam biglisi bugün sizin icin seo çalışması ve seo fiyatları islam bilgilerini sunacak iszin gece gündüz calısıyor ve sizlere daha kalıcı bilgileri vermek icin elinden gelen gayreti gösteriyor seo çalışması ve seo fiyatları artık sizlere devamlı olarak en güzel yazıları sizlere sunacak seo çalışması ve seo fiyatları herzaman oldugu gibi diyorki Hazret-i Resûlüllah «.sallallahü aleyhi ve sellem» efendimiz: (Ben şefâ’at ederim. Lâkin, Cenâb-ı Allah izin verirse ve razı olursa) buyurur.Hazret-i Peygamber efendimi / (Surâdikât-i celâl), ya’nî celâl perdesine varır. Cenâb-ı Hakdan .sorar. Hazret-i Peygamber efendimize izn olur. Hicâb kalkar. Arş-ı a’lâya girer. Secdeye kapanır. Bin sene secdede durur. Bundan sonra cen^l>ı Hakkı bir hamd ile hamd eder ki, hilkat-i âlemden ben, hiç kimse Zât-i rübûbiyyeti öyle medh etmemişdir.(Allahü teâlâ hazretlerinin Zât-i ülû-hıyyetıni böyle senâ buyurması, feryâd zemanındadır). Arş-ı a la, Cenât^ı Hakka ta’zîmen hareket eder. Bu müddet içinde nasın mekânı, mevkı’i daralır. Ahvâli, pek ziyâde fenâlaşır. Meşekkat ve zahmetleri artar. İnsanlardan her biri, dünyâda sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. Deve zekâtını vermiyenler, boynuna deveyi yükler. Bir derece bağırır ve ağırlaşır ki, büyük dağlar gibi olur. Sığır, koyun zekâtı vermiyenler de, böyle olur. Bunların feryâdları âdetâ gök gürlemesi gibidir.
Ekin zekâtını, ya’nî uşrunu vermiyenlerin boynuna ekin denkleri yüklenir ki, dünyâda hangi cins ekinin zekâtını men’ etmiş ise, o nev den, o denkler dolmuşdur. Eğer buğday ise, buğday, arpa ise arpa dolmuşdur ki, ağırlığından altında «vâ-veylâ», «vâ-seburâ» (1) diye bağırır. Altın, gümüş ve [kağıd] para ve şâir ticâret malı zekâtından vermeyenler de, dehşetli bir yılanı yüklenir ki, o yılanın başında yalnız iki örgüsü vardır. Kuyruğu burnuna girmişdir. Boynu ile halkalanmış, boynu üzerinde yüklenmiş, hattâ değirmen taşlarını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. Bağırırlar, bu nedir, derler, Melâike onlara: (Bunlar, dünyâda zekâtını vermediğiniz mallannızdır) derler, işte bu dehşetli hâl Vâcib-i teâlâ hazretlerinin, Âl-i ımrân sûresinde, yüzsekseninci âyet-i kerîmesindeki (Dünyâda esirgedikleri, kıyâmet günü boyunlarına takılır) kavl-i şerifinin ma’nâsıdır.Diğer bir fırka ise, avret yerleri gâyet büyümüş, cerâhat ve irin akar. Onların fenâ kokusundan etrâfda bulunanlar gâyet râhatsız olur. Bunlar, zinâ yapanlar ve başlan, saçları, kollan, bacakları açık sokağa çıkan kadınlardır.
Diğer bir fırka da vardır ki, ağaç dallanna asılırlar.
Diğer fırkası da, dilleri ağızlarından çıkmış ve göğüslerine sarkmış, gâyet çirkin bir hâldedirler ki, insan görmek istemez. Bunlar livâta yapanlar ve yalancılardır.
Bir fırka dahî, karınları yüksek dağlar kadar büyümüş olduğu hâlde bulunur. Bunlar, dünyâda fâizli mal ve para ahp verenlerdir. Bu gibi harâm işliyenlerin günâhlan, fena halde açığa vurulur.Allahü teâlâ hazretleri buyurur ki, (Yâ Muhammed, başını secdeden kaldır! Söyle, dinlenir. Şefâ’at et, kabûl olunur). Bunun üzerine, hazret-i Peygamber «sallallahü aleyhi ve sellem» : (Yâ Rabbî! Kullann arasını kazânla fasi eyle [ Ya m iyileri ve kötüleri ayır] ki, zemanları gâyet uzadı. Herbirı, günâhlariyle arasât meydânında rezîl ve rüsvâ oldular) der.Nidâ gelir ki: (Evet yâ Muhammed!) «sallallahü aleyhi ve sellem». Cenâb-ı Hak, Cennete emr eder ki, her cins zîneti ile zînetlenir. Arasât meydânına getirilir. O derece güzel kokusu vardır ki, beşyüz senelik yoldan duyulur. Bu hâlden kalbler ferahlanır. Rûhlar dirilir. [Lâkin kâfirler, mürtedler ve müslı-mânlarla alay edenler, Kur’ân-ı kerîme hakaret edenler, gençleri aldatarak îmânlannı çalanlar ve] amelleri habîs olanlar. Cennetin kokusunu duymazlar.Cennet, Arş-ı a’lânın sağ tarafına konulur. Bundan sonra, cenâb-ı Hak, Nârı getirmeği emr eder. Cehenneme korku gelir, feryâd eder. Kendisine gönderilen meleklere: (Allahü teâlâ, bana azâb etdirmek için bir mahlûk yaratdı da, onunla bana azâb mı edecek) der. Onlar da: (Allahın izzeti ve celâli ve ceberûtü hakkı için, Rabbin seninle âsîlerden, İslâm düşmanlanndan intikam almak için, bizi sana gönderdi. Sen ise, bunun için halk olundun) derler. Cehennemi dört tarafından çekerek götürürler. Ve yetmişbin ip takıp çekerler ki, her bir ipde yetmişbin halka vardır. Dünyânın ne kadar demin varsa cem’ olsa, onun bir halkası kadar olamaz. Her halkada.senelerce beliyyelerle muâheze olunmasına düâ etdim. Sonra gelenlere ibret olmalarını ricâ eyledim. Şimdi şefâ’at etmeğe utanınm. Lâkin, Cenâb-ı Hak rahmet,mağfiret sâhibidir. Siz Isâ aleyhisselâma gidiniz. Çünki yakın cihetiyle Mürselînin en esahhı, ma’rifet ve zühd cihetinden, en efdali ve hikmet cihetinden en eblağıdır. Size o şefâ’at eder) buyurur. Bunlar, aralarında bin sene müşâvere ederler. Hâlbuki, onların ahvâli daha ziyâde şiddetlenir.Sonra îsâ aleyhisselâma gelirler. Derler ki: (Sen Allahü teâlânın rûhu ve kelimesisin, Allahü teâlâ, senin için, (Dünyâda ve âhıretde «Vecih» ya’nî çok kıymetli) buyurdu. Bize Rabbinden şefâ’at eyle!). îsâ «aleyhisselâm» buyurur ki: (Benim kavmim, beni ve vâlidemi Allahdan başka ilâh ittihâz eylediler. Nasıl şefâ’at ederim ki, bana da ibâdet etdiler. Ve bana oğul ve Cenâb-ı Hakka baba tesmiye etdiler. Lâkin siz, gördünüz mü ki, birinizin kesesi olsun da, içinde nafakası olmasın. Ve ağzı da mühürlü olsun. O mührü bozmadan o nafakaya vâsıl olsun. Seyyid-ül-mürselîn ve Hâtemün-nebiyyîn hazretlerine gidiniz. Zîrâ o, da’vetini ve şefâ’atini ümmeti için hâzırladı. Çünki, kavmi ona çok kerre ezâ etdiler. Alnını yardılar. Mübârek dişini kırdılar. Kendisine delilik isnâd etdiler. Hâlbuki, hazret-i Peygamber «sallallahü aleyhi ve sellem», onların iftihâr cihetinden en iyisi ve şeref cihetinden en a’lâsı idi. Onların tehammül olunmıyacak ezâ ve cefâlarına mukâbil, hazret-i Yûsüf Sıddîkın kardeşlerine: (Şimdi sizin, başınıza kakmak yokdur. Erhamürrâhimîn olan Ce-nâb-ı Allah, size mağfiret eder) dediği gibi der idi. Hazret-i îsâ. Peygamberimizin «sallallahü aleyhi ve sellem» faziletlerini, onların kulaklarından çıkmayacak derecede beyân eder. Hattâ, rûhları hazret-i Muhammed aleyhisselâma kavuşmak isterdi.
Bunun üzerine hemen yürüyüverirler. Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın minberine gelirler. Derler ki: (Sen habî-bullahsın! Habîb ise, vâsıtaların en yararlısıdır. Bize Rabbinden şefâ’at eyle! Zîrâ, büyük babamız, Adem aleyhisselâma gitdik. Bizi Nûh aleyhisselâma havâle eyledi. Nûh aleyhisselâma gitdik. Îbrâhîm aleyhisselâma havâle eyledi. İbrâhim aleyhisselâma gitdik. Mûsâ aleyhisselâma havâle eyledi. Mûsâ aleyhisselâma gitdik. İsâ aleyhisselâma havâle
zebânî denilen azâb meleklerinden yetmişbin melek vardır ki yalnız biri dünyâdaki dağları koparmak emr olunsa^ parça parça ederdi. O vakt. Nârın bağırması ve gürültüsü ve ateş saçması ve şiddetli dumanı vardır ki, bütün gökyüzünü simsiyah eder. Mahşer yerine bin senelik yol kalınca, meleklerin ellerinden kurtulur. Gürültüsü ve gümbürtüsü ve sıcaklığı tehammül olunmıyacak derecededir. Mahşerdekilerin hepsi, bundan ziyâdesiyle korkar. Bu nedir diye sorarlar. Haber verilir ki. Cehennem, zebânilerin elinden kurtulmuş, size yaklaşıyor da, onun gürültüsüdür derler. Bunun üzerine, herkesin dizinin bağı çözülüp, çöküverirler. Hattâ Peygamberler ve Mürselîn dahî kendilerini tutamaz. Hazret-i Îbrâhîm, hazret-i Mûsâ, hazret-i İsâ, Arşı a’lâya sanlır. Îbrâhîm «aleyhisselâm» kurban etdiği îsmâ’il aleyhisselâmı unutur. Mûsâ «aleyhisselâm» birâderi Hârûn aleyhisselâmı ve îsâ «aleyhisselâm» vâli-desi hazret-i Meryemi unuturlar. Her biri: (Yâ Rabbî! Bugün nefsimden başka birşey istemem) der.O zeman hazret-i Muhammed «aleyhisselâm» ise: (Ümmetime selâmet ve necât ver yâ Rabbî) der.
Orada buna tehammül edebilecek kimse bulunmaz. Zîra, Vâcib-i teâlâ hazretleri, bunu haber verip; Câsiye sûresinde (Her ümmeti, dizleri üzre cenâb-ı Hakkın korkusundan çökmüş olarak görürsün. Herbiri, dünyada işledikleri amellerin kitâbına da’vet olunurlar) buyurulmuşdur. Cehennemin böyle kurtulup kükremesi üzerine, herkes boğulma derecesinde ve kederlerinden yüzleri üzerine kapanırlar. Bu da, Vâcib-i teâlâ hazretlerinin, Furkân, sûresindeki; (Nâr ehl-i mahşeri uzak mahalden gördüğü vakt, nâs ondan boğuk ve çirkin ve gâyet büyük ses işitirler) buyurmasiyle sâbitdir.
Allahü teâlâ hazretleri, Mülk sûresinde, (Gayz ve şiddetinin çokluğundan, Nâr ikiye aynimağa yüz tutar) buyurur. Bunun üzerine, hazret-i Şâh-i risâlet «sallallahü aleyhi ve sellem», zâhir olup. Cehennemi durdurur. Buyurur ki, (Hakir ve zelîl olarak geriye dön! Tâ ki, sana ehlin gürûh güruh gelsinler). Nâr dahî (Yâ Muhammed, bana müsâ’ade et! Zîrâ, sen bana harâmsın) der. Sürâdikât-i Arşdan nidâ gelerek: (Ey Nâr, hazret-i Muhammed aleyhisselâmın kelâmını dinle! Ve itâ’at eyle) der. Sonra hazret-i Resûlüllah, Nârı çeker, Arş-ı a’lânın sol tarafında sâkin kılar. Mahşerdekiler, Peygamber efendimizin bu merhametli mu’âmelesini birbirine tebşîr ederler.Bu vakt, hazret-i Cibril getirilir ki, âdetâ kendisini titremek alır. Hayretinden diz üstü çöker. Cenâb-ı Hak buyurur ki: (Yâ Cebrâil! Bu Levh feryâd eder ki, sen benim kelâmımı ve vahyimi naki eylemişsin, doğru mudur?) Cebrâil «aleyhisselâm» (Yâ Rabbî doğrudur) der. Allahü teâlâ, (Onu ne yapdm?) buyurur. Hazret-i Cibril, (Yâ Rabbî, Tevrâtı Mûsâ aleyhisse-lâma, İncili Isâ aleyhisselâma, Kur’ân-ı kerîmi Muhammed aleyhisselâma inzâl ve her bir Resûle risâleti ve ehl-i suhufa sahîfelerini ulaşdırdım) der.Bir nidâ gelir ki; (Yâ Nûh!), Nûh «aleyhisselâm» getirilir. Titreyici olduğu hâlde, huzûr-i İlâhîye gelir. Ona hitâben: (Yâ Nûh! Cebrâil «aleyhisselâm» zan eder ki, sen Mürselindensin). (Evet yâ Rabbî! Doğrudur) der. Yine buyurur ki, (Kavminle ne iş gördün?). Nûh «aleyhisselâm», (Yâ Rabbî! Onları gece ve gündüz îmâna da’vet eyledim. Benim da’vetim onlara fırâr-dan başka bir fâide vermedi). [Benden kaçdılar]. O pman, yine nidâ olunarak, (Yâ Nûh kavmi!) denir. Onlar bir fırka olarak getirilir. Denilir ki, (İşbu kardeşiniz Nûh «aleyhisselâm» zan eder ki, size benim risâletimi tebliğ etmiş). Onlar: (Yâ benâ! Yalan söylüyor. Bize birşey teblîğ etmedi) derler. Risâleti inkâr ederler.Allahü teâlâ hazretleri, (Yâ Nûh! Senin şâhidin var mıdır) buyurur. Nûh «aleyhisselâm» (Yâ Rabbî! Benim şâhidim, Muhammed «aleyhisselâm» ile ümmetidir) der.
Allahü teâlâ hazretleri (Yâ Muhammed! «aleyhisselâm» Bu Nûh «aleyhisselâm» risâleti teblîğ etdiğine seni şâhid kılar) buyurur. Peygamberimiz «aleyhisselâm», hazret-i Nûhun risâleti teblîğ etdiğine şâhid olup, (İnnâ erselnâ nûhen) sûresini sonuna kadar okur. Cenâb-ı Hak, Nûhun kavmine: (Sizin üzerinize azâb hak oldu. Zîrâ, azâb kâfirler üzerine lâyıkdır) buyurur.Böylece, hepsi Cehenneme emr olunur. Ne amelleri vezn olunur, ne de hesâb^olunurlar.
Bundan sonra (Âd nerededir?) diye nidâ olunur. Hazret-i Nûhun kavmine yapıldığı gibi, Hazret-i Hûd «aleyhisselâm» ile, kavmi olan Ad kavmi arasında mu’âmele cereyân eder. Peygamberimiz «aleyhisselâm» ile ümrnetinin hayrlılan şehâ-det ederler. Peygamberimiz (Kezzebet Âdünil mürselîn) âyet-i kerîmesini kırâet buyurur. Bu kavm de. Nâra emr olunur.Bundan sonra (Yâ Sâlih veyâ Semûd) diye nidâ olunur. Gelirler. İnkârları üzerine, hazrel-i Peygamberden şehâdet taleb olunur. Peygamberimiz «aleyhisselâm» dahî (Kezzebet Semûdünil mürselîn) âyet-i kerîmesini, sonuna kadar okuyuve-rir. Onlara da, evvelkiler gibi mu’âmcic olunur.Kuı’ân-ı azîm-üş-şânın haber verdiği gibi, ümmetler, birbiri arkası sıra, huzûr-i Mevlâya gelirler. Buna işâret olarak ccnab-ı Hak, (Ve kurûnen beyne zâlike kesîren) ve (Vellezînc min ba'dihim lâya'lemühüm illallah câ'ethüm Rüsülühünı) buyurmuşdur. Bunda tenbîh vardır ki, bu gürûh, kurûn-i tâgiyyedir. (Bârîh, Mârih, Duhâ, Esrâ) kavmleri ve bunların emsâli gibi. Bunlardan sonra, nidâ, Eshâb-i res ve lübba’ ve îbrâhim aleyhisselâmın kavmine gelir. Bunların küllisinde mîzân kurulmaz. Ve hesâb sorulmaz. Bunlar, o gün Rablerin-den mahcûbdurlar. Onlara tercümân söyler. Zîrâ, bir kimse, nazar ve kelâm-ı İlâhîye mazhar olursa, o kimse azâb olunmaz.Bundan sonra, hazret-i Mûsâ’ya nidâ olunur. Şiddetli rüzgârda yapraklar nasıl titrerse, öyle titreyerek gelir. Cenâb-ı Hak, ona hitâben: (Yâ Mûsâ! Cebrâil senin risâletini ve Tevrâtı kavmine teblîğ etdi diye şehâdet ediyor) buyurur. Hazret-i Mûsâ (Evet yâ Rabbî) der. (Öyle ise, minberine çık! Sana vahy olunan şeyleri oku!) buyurulur. Mûsâ «aleyhisselâm», minbere çıkar, okur. Herkes kendi mevkı’inde sükût ederler. Tevrâtı yenice ve tâze nâzil olmuş gibi getirir. Yehûdî âlimleri, sanki bundan evvel, Tevrâtı hiç görmemişler, bilmemişler gibi olurlar.Sonra da, hazret-i Dâvüd’e nidâ olunur. Bu da, sanki şiddetli rüzgârda yaprak titrer gibi, son derece titreyerek gelir.Allahü teâlâ: (Yâ Dâvüd! Hazret-i Cibrîl zan eder ki, Zebûru sana teblîğ etmişdir. Teblîği de işhâd ediyor) deyince, hazret-i Dâvüd, (Evet yâ Rabbî) der. Cenâb-ı Hak da, ona hitâben: (Minberine çık ve sana vahy olunan şeyi tilâvet eyle) buyurur. Hazret-i Dâvüd minbere çıkar. Güzel sesle okur. Hadîs-i sahîhde vârid oldu ki, hazret-i Dâvüd, ehl-i Cennetin ¦sâhib-i mezâmîridir. Sesini tâbût-i sekînenin imâmı Urûsa işitir. Cemâ’atin içinde kendini bırakır. Safları yararak, hazret-i Davüde vasıl olur. Ona sarılır. Der ki: (Sana Zebûr va’z vermedi mi ki, benim için yanlış niyyet etdin?). Hazret-i Dâvüdü, hacalet ve sükût alır. Ya’nî, çok utanır, sıkılır.Bu kitâb okumalar bitince, celâl perdeleri tarafından nidâ gelir ki: (Ey mücrimler, şimdi sizler ayrılınız!). Bu nidâ üzerine, mevkıf harekete gelir. O zeman, herkesi büyük korku alır. Birbirlerine girift olurlar. Bundan sonra, nidâ gelir ki: (Yâ Âdem! Evlâdından nâra lâyık olanı gönder!) Âdem «aleyhisse-lâm» ise, (Yâ Rabbî! Ne kadar?) diye süâl eder. Cenâb-ı Hak buyurur ki: (Binde dokuzyüzdoksandokuzu Nâra ve biri Cennete). Kâfirlerden ve Ehl-i sünnetden ayrılmış mülhidlerden ve gâfıllerdcn, çıkara, çıkara, ancak Rabbimiz teâlâ hazretlerinin bir avuç buyurduğu kadar mü’min geride kalırlar. Nitekim hazrct-i Sıddîkın: (Rabbimizin buyurduğu avuçlarından bir avuç kalır) buyurduğu gibi.
Bundan sonra İblis şeytânlariyle birlikde getirilir. Bunların mîzânı meyi eder. Bu takdirce seyyiâti hasenâtinin üzerine ağır gelmişdir. Her kime ki, din vâsıl olduysa, mizân ona elbette lâzımdır. Şeytânlar, günâhları ağır gelip, helâk olduklarını yakinen bildikleri vakt, derler ki: (Bize Âdem zulm etdi).
Bunun üzerine, cenâb-ı Hak tarafından bir nidâ gelir ki: (Bu zemanda zulm yokdur. Allahü teâlâ hesâbda sür’atlidir). Herkes için büyük bir kitâb çıkanlır ki, maşrık ve mağrib arasını tutar. Onda mahlûklann bütün amelleri yazılıdır. Küçük ve büyük hepsini bildirir. Celleşânüh hazretleri, hiçbir kimseye zulm etmez. Vâcib-i teâlâ hazretlerinin ma’nevi huzuruna mahlûkların her gün amelleri arz olunur. Cenâb-ı Allah, kirâmün berere melâikesine, o amelleri yazmağı emr eder. Bu kitâb işte odur.Bundan sonra, bir münâdî herkesi ayrı ayrı çağınr. Herkes, ayrı ayrı muhâsebe olunur. Nûr sûresi, yirmidördüncü âyetinde bildirildiği gibi, o gün ayaklar şehâdet eder. Eller şehâdet eder.Doğru haberde bize bildirildi ki, bir kimse Mevlânın huzûrunda durdurulur. Cenâb-ı Hak ona: (Ey fenâ kul! Sen mücrim ve âsi oldun) der. O kul: (Yâ Rabbî! Ben işlemedim) der. (Senin üzerine beyyine ve şâhidler vardır) denir. O kirnse-nin Hafaza melekleri getirilir. O kimse: (Onlar benim üzerime yalan söylediler) der. Nahi ^resı, yüzondördüncü âyetinde bildirildiği gibi, nefsi ile mücâdele etmeğe başlar. Sonra ağzına mühür vurulur. Bu da: (Kıyâmet gününde, ben azim-üş-şân, mücrimlerin ağızlarını mühürlerim. Ne ki kazanıp kesb etdi. Öyle ise, âsîlerin a'zâsı şehâdet edip Nâra emr olunurlar). Mücrimler [din düşmanlan, harâm işliyenler, nemâza ehemmiyyet vermi-yenler] a’zâsına levm etmeğe başlar. A’zâsı da, der ki, (Bu şehâdet bizim ihtiyârımızla değildir. Bizi Allahü teâlâ hazretleri söyletdi. Herşeyi söyleten O’dur). Bunlar, Yâsîn sûresinde bildirilmekdedir.Sırât köprüsünden geçemeyip düşen mücrimler, Cehennem hazenesine, ya’nî azâb meleklerine def ve teslim olunurlar. Ağlamağa ve inlemeğe başlarlar. Hele mü’minîn ve müvahhidîn âsîleri Cehenneme konulurken, gâyet dehşetli bağırırlar, Melâike, kâfirleri ihâta edip, her birini Nâra sokarlar. Derler ki: (işte bu, va’d olunduğunuz kıyâmet günüdür).
Büyük feryâd ~ Ehl-i Nârın ziyâde feryâd edip ağladıkları dört yerden birincisi, sûr üfürüldüğü vaktde, İkincisi, Cehennem meleklerden kurtulup ehl-i mahşer üzerine sıçradığı vaktde, üçüncüsü, hazret-i Ademi, Hak teâlâ tarafına göndermek için insanlar çıkdığı vaktde, dördüncüsü Cehennem hazenesine teslim olundukları zemandır.Cehennemlik olanlar mahallerine gidip, Arasât meydânı y^alnız kaldığı vaktde, Mü’minler, Müslimler, Muhsinler, Arifler, Sıddîklar,^ Şehîdler, Sâlihler ve Resûllerden başka kimse bulunmaz. îmânlarında şübheleri olanlar, münâfıklar, zındıklar, bid’at sâhibleri [ya’nî Ehl-i sünnet i’tikâdında olmı-yan mü minler], zaten bulunmazlar. Allahü teâlâ buyurur ki: (Yâ Ehl-i mevkıf! Rabbiniz kimdir)? Onlar (Allahdır) derler. AJlahü teâlâ hazretleri: (Siz O’nu bilir misiniz?) buyurur. (Evet yâ Rabbî) derler. O zeman, onlara Arş-ı a’lânın sol tarafından bir melek tecellî eder. O melek, o kadar azametlidir ki, yedi deniz başparmağının ucuna konsa, ihâta edip hiçbir damlası gözükmez. O melek, mahşerde bulunanlara Allahın emri ile, imtihân cihetinden (Ene Rabbüküm) ya’nî, ben sizin Rabbini-zim der. Ehl-i mahşer: (Senden Allaha sığınırız) derler.Arşın sağ tarafından bir melek tecellî eder ki, eğer ayağının ucu ile basmış olsa, ondört deniz, zâhir olmazdı. Ehl-i mahşere (Ene Rabbiküm) der. Ya’nî, sizin Rabbinizim der. Ondan dahî Allaha isti’âze ederler.Rabbı) der. Sonra tilâvete başlar. Herkesin başı yukan kalkar. Zira, hazret-ı Isâ, rivâyet cihetinden nâsın en ziyâde hakîmi-dır. Okumada, o kadar tâzelik ve nezâket gösterir ki, hıristi-yanlar, ruhbânlar, kendilerini, İncilden hiçbir âyet bilmiyorlarmış zan ederler.seo çalışması ve seo fiyatları sundu yarın devam edecegiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder