16 Mart 2015 Pazartesi
seo danışmanlığı ve seo danışmanı,ndan islam bilgileri2
seo danışmanlığı ve seo danışmanı,ndan islam bilgileri2 bugün yine ben ve seo danışmanlığı ve
seo danışmanı sizlere güzel islam bilgilerini sunarken hep sunu düsündük seo danışmanlığı ve
seo danışmanı aramıda ortak alınan bir karardı bu sizinde bu güzel yazılarımızı okumanızı icin biz ben ve seo danışmanlığı ve seo danışmanı elimizden gelen gayretin en güzelini sizlere sunmaya calısıyoruz seo danışmanlığı ve seo danışmanı dediki Senı teşbih ederiz ki, bizim için hiç ilm yokdur. Sen allam-ul-guyubsun) derler. Evvelki âyet-i kerime ile istidlâl doğrudur. (Ihyâ-ül’ulûm) adındaki kitâbımızda da bunu bı dırdık. Zira, Peygamberlerin dereceleri vardır. îsâ «aleyhis-selam» ise, onlann büyüklerindendir. Zirâ O, (Rûhullah) dır. (Kehmetullah) dır. Peygamberimiz «aleyhisselâm», Kur’ân-i kerimi tilâvet buyurduğu zeman, ümmeti zan eder ki, hiç işit-memışlerdır. Bu bahsde, hazret-i Esma’iye dediler ki: (Sen Kur an-ı kerimi en ziyâde ezberlemiş olansın. Sen de, böyle mı olursun?) O da dedi ki, (Evet, hazret-i Peygamberden işit-dığım vakt, hiç işitmemiş gibi olurum).
Esma’î, (122) de Basrada tevellüd, 216 [m. 8311 da Mervdc vefat etdı. Asi adı Abdülmelikdir.
Bundan sonra, cenâb-ı Allah, onlara bildikleri ve istedikleri vech ile gâyet latif mu’âmele buyurur. Ehl-i mahşerin cümlesi, secde ederler. Cenâb-ı Hak, onlara (öyle bir yere geldiniz ki, sizin için yabancılık ve korku yokdur) buyurur.Vâcib-i teâlâ hazretleri, bütün mü’minleri Sırât üzerinden geçirir. Mü’minler, mertebeleri üzre geçip Cennete gider. Nâs gürûh gürûh geçerler. Önce Mürselîn, sonra Nebiler, sonra Sıddîklar, sonra Muhsinler, sonra Şehîdler, sonra Arifin geçer. Kâfirler ile müslimânlardan ba’zıları [Bid’at sâhiblerı-nin hepsi ve günâhları afv edilmiyenler] yüzü üstüne Cehenneme düşer.
Bir kavm vardır ki, îmânın temâmı üzre kusûr etmişler [Bid’at sâhibi olmuşlar] dir. Ba’zısı Sırâtı yüz senede, ba zısı da bin senede geçerler. Bununla berâber. Nârda yanmazlar.Her kimse ki, Rabbini görür, o kimse Cehenneme sokulmaz. Müslim ve muhsin olanların makâmlannı (Istıdrac) nâmındaki kitâbımızda beyân eyledik. Onlar infilâk zümre-sindendirler. Ya’nî, yüzü gülenlerdir. Çoğu Sırâtı şimşek gibi geçer. Çoğu da, açlık ve susuzlukla giderler ki, ciğerleri parça parça olmuş, solukları âdetâ duman gibi çıkar. Bunlar, kaseleri gökdeki yıldızlar adedince ve suyu, kevser ırmağından ve büyüklüğü, îlyadan San’aya kadar, ve arzı Adenden Medıne-ı münevvereye kadar olan Kevser havzından içerler (1). işte bu, hazret-: Peygamberin (Benim minberim, havzım üzerindedir). Ya’nî, minberim, Kevser havzının iki kenârmdan bin üzerindedir buyurmasiyle sâbitdir. Havz-ı^ kevserden uzak olanlar, kabâhatlerinin derecesine göre, Sırâtda habs olunurlar.Nice abdest alanlar vardır ki, abdesti güzel almaz ve temâm etmez. Ve nice nemâz kılanlar vardır kı, sorulmadığı hâlde, nemâzını başkalarına anlatır.
Eğer kendini karınca ısırmış olsa, elbette ıltıf^at eder. Hâlbuki, Allahın azamet ve celâletini ârif olanların ellerim ve ayaklarını kesmiş olsalar, hiç direnmezler. Zîrâ onlann meş-gûliyyetleri Allah içindir. Cenâb-ı Hakkın huzurunda duran kimse, Allahın heybet ve azametim bildiği, tefekkür etdı^ kadar huşû’ eder, korkar. Vakt olur kı, beğl^en huzurunda kişiyi akreb sokar da, sabr eder. Beğe ta zım ıçm hiç hareket etmez. İşte bu, adamlann mahlûkla beraber.
Arasat meydanı) na (mevkıf) ve (mahşer yeri) de denir. Burada bulunanların nasıl da’vet edileceklerini âlimlerimiz başka başka söyledi. Tefsirde vârid olduğu üzre, sahih hadislerde bildirildi ki, Allahü teâlâ hazretlerinin en önce hükm edeceği, kâtillerdir. Ve en önce ecrlerini vereceği kimseler, imânı doğru olan a’mâlardır. Evet! bir münâdi nidâ eder ki: (Dünyâda görmekden men’ olunanlar nerededirler?) Onlara denilir ki: (Siz cemâlüllaha nazar etmeğe herkesden ziyâde lâyıksınız). Bundan sonra cenâb-ı Hak, onlara hayâ mu’-âmelesi eder de (Sağ tarafa gidiniz!) buyurur.
Bunlar için bir sancak bağlanıp Şu’ayb aleyhisselâmm eline verilir. Şu’ayb «aleyhisselâm» onlara imâm olur. Onlarla berâber, nûr meleklerinden, hesâbsız melek vardır. Adedlerini Allahü teâlâ hazretlerinden başka kimse bilmez. Onların yanına varırlar. Ve sırâtı yıldmm gibi geçerler. Sabrda ve hilmde onlardan birinin vasfı, Abdüllah ibni Abbâs hazretleri ve ona bu ümmet içinde, müşâbih olan kimse gibidir.
Bundan sonra (Belâlara sabr edenler nerededir?) diye nidâ olunur. Ve meczûmîn ya’nî cüzzâm denilen miskin hastaları tâifesi getirilir. Allahü teâlâ, onlara tahiyye-i tayyibe ile ziyâdesiyle tahiyye eder. Ya’nî selâm verir. Onlar dahi sağ tarafa emr olunurlar. Onlar için de, yeşü bir sancak akd olunup, Eyyûb aleyhisselâmm eline verilir. Eshâb-ı yeminin imâmı olur. Mübtelâ olanın sıfatı sabr ve hilmdir. Ukayi ibni Ebî Talib ve bu ümmetden onun emsâli gibi.
Bundan sonra nidâ olunur ki: (İslâm düşmanlarının yalanlarına, iftirâlanna aldanmayıp, Ehl-i sünnet i’tikâdma sımsıkı sanlan ve bu doğru îmânını ve nâmûsunu kemâl derece muhâfaza eden îmânlı ve iffetli gençler nerededirler?). Bunlar da getirilip, Allahü teâlâ bunlara da selâm verip, merhaba, der. Ve murâd buyurduğu kelâm ile iltifât eder. Bunlara dahî (Sağ tarafa gidiniz) buyurur. Bunlar için de, bir sancak bağlanıp Yûsüf aleyhisselâmm eline verilir. Yûsüf «aleyhisselâm» onlann imâmı olur. Böyle gençlerin sıfatı dahî sabr ve hilmdir. Râşid bin Süleymân ve bu ümmetden onun emsâli gibi.
Bundan sonra bir nidâ dahî çıkar ki: (Allah için muhabbet edenler, müslimânları sevenler ve kâfirleri, mürtedleri sev-miyenler nerededir?). Onlar dahî huzûr-i Hakka götürülür. Allahü teâlâ, onlara da merhabâ deyip, ne ki murâd buyurur ise, onunla mazhar-ı iltifât olurlar. Sağ tarafa gitmeğe emr olunurlar. Allahın düşmanlarını sevmiyenlerin sıfatı dahî sabr ve hilmdir ki, dünyevî sebeblerden ne danlırlar ve ne de fenâ-lık ederler. Hazret-i Alî «radıyallahü anh» ve bu ümmetden ona müşâbih olanlar gibi.Bundan sonra, bir nidâ dahî çıkar ki: (Allah korkusundan harâm işlemiyenler ve ağlıyanlar nerededir?) Onlar da götürülür. Gözyaşları, şehîdler kanı ve ulemânın mürekkebi ile muvâzene olunur. Gözyaşı ağır gelir. Bunlar dahî sağ tarafa gitmeğe emr olunurlar. Onlar için her renkle tezyîn edilmiş bir sancak bağlanır. Zirâ bunlar, muhtelif harâm işli-yenlerin arasında bulunduğu, Allah rahimdir, afv eder diye aldatılmağa çalışıldığı hâlde, harâm işlememişlerdi. Allah korkusundan ağlamışlardı. Meselâ, bu Allah korkusundan, şu dünyâyâ düşkün olmakdan ve öbürü nedâmetden ağlamışdı. Bunların sancaklan Nûh aleyhisselâma verilir. Ulemâ onların üzerine tekaddüm etmek isterler. (Bunlann ağlamalarının Allah için olmasını biz öğretdik) derler. Bu takdirde, bir nidâ gelir ki: (Ya Nûh, olduğun gibi dur!). Nûh «aleyhisselâm» tavakkuf eder. Ol gürûh dahî onunla dururlar.
Ehl-i sünnet âlimlerinin mürekkebi ile şühedânın kanı vezn olunur. Ülemânın mürekkebi ağır gelip, sağ tarafa emr olunurlar. Şehîdler için safranlı bir sancak emr olunur. Hazret-i Yahyânın eline verUir. Hazret-i Yahyâ önlerinden gider. Ulemâ önlerine geçmek kasd edip derler ki: (Şehidler bizim ilmimizden öğrenerek mukâtele etdiler.’ Biz onlardan ileri gitmeğe dahâ ziyâde lâyıkız)^ Bu zemanda cenâb-ı Hak lütfünü izhâr edip buyurur ki: (Âlimler benim indimde Peygamberim gibidir). Ulemâya hitâben: (Dilediğiniz kimselere şefâ’at ediniz) buyurur. Ulemâ, ehl-i beytine ve komşusuna ve mü’min kardeşlerine ve talebelerine şefâ’at ederler.Şöyle ki, ulemâdan her biri için bir meleğe nidâ etdirilir. Melek nâsa bağırır ki: (Filân âlime Allahü teâlâ şefâ’at etmekle emr eyledi. Kim ki onun bir işini görüverdiyse, yâhud bir lokma yemek yidirdiyse yâhud bir içim su verdiyse, yâhud kitâblarmı gençlere yaydı ise, onlara şefâ’at edecekdir) der. Çalışıp halâl kazanmak ibâdetdir. Çok çalışıp, çok kazanmak ve kazandığını islâmiyyetin emr etdiği iyi yerlere vermek lâzımdır].
Büyük günâhların sâhibinin kalbinde îmân varsa, azâb-dan sonra şefâ ate kavuşur. Allahü teâlâ, onlara ikrâm eder. Binlerce seneden sonra, onları Nârdan ihrâc eder. Hâlbuki, Cehennemdekilerin derileri yandıkdan sonra, tekrâr yaratıl-makdadır. Hazret-i Hasen-ül-Basrî «rahmetullahi aleyh», derdi ki: (Keşki ben, böyle olan kişi olsaydım). Şübhe yokdur ki, hazret-i Hasen, ahkâm-ı ahireti alimdir. Kıyâmet gününde, bir müslimân getirilir. Onun hiç hasenesi yokdur ki, mîzâ-nmda ağır gelsin. Allahü teâlâ, onun îmânına hürmeten, kendi taraf-ı ma’nevîsinden rahmet olarak buyurur ki: (Nâsa git, sana basene ve sevâb verecek bir kimse taleb eyle. Onun in’âmı sebebiyle Cennete giresin!).O kimse gider. Nâs arasından matlûbuna nâil olacak bir kimse taleb eder. Halini anlatacak bir kimse bulamaz. Kime söyler ve sorarsa: (Benim dahî mîzânı-mm hafif gelmesinden korkuyorum. Ben senden ziyâde muh-tâcım. Onu belki bin kişiden istedim. Her biri behâne edip esirgediler) der. Bu kişi, ona der ki, (Allahü teâlânın huzûruna vardım. Sahîfemde bir sevâbdan başka bulamadım. O dahî bana kifâyet etmez zan ederim. Onu sana hibe edeyim. Ben-den onu al!). O kimse, ferah ve mesrûr olarak gider. Allahü teâlâ, o kulun ahvâlini bildiği hâlde, (Nasıl geldin?) diye süâl eder. O kişi ile olan mâcerâyı haber verir. O hasenesini veren kulu^dahî cenâb-ı Hak huzûr-ı ma’nevîsine çağırır. Buyurur sâhiblerine benim keremim, senin kereminden ziyâde vâsi’dir. Din kardeşinin elinden tut, Cennete götür).Mîzânın iki gözü berâber olup, sevâb gözü ağır gelmece,^Cenâb-ı Hak buyurur ki: (Bu, ne ehl-i Cennetden, nede ehl-i Nârdandır). Bunun üzerine, bir melek, bir sahîfe getirip seyyiât gözü üzerine kor ki, onda yalnız (üf) yazılmışdır. O göz haserıe üzerine ağır basar. Çünki (üf) lâfzı, kelime-i isyân-dır. Ya’nî ebeveyne [Anaya babaya] isyân kelimesidir. Kişi bununla. Nâra emr olunur. O kişi ise, iki tarafa bakınır.Allahü teâlâ tarafından kendisinin çağrılmasını taleb eder. Allahü teâlâ bunu taleb buyurur. Ve der ki: (Ey âsî kul! Niçin davet istersin?) O kul: (Yâ Rabbî! Bildim ki, ben Nâra gideceğim, anama babama âsî olduğum için. Onlann azâbını bana ilâve buyur da. Onları nârdan âzâd et!) deyince, Allahü teâlâ buyurur ki: (Anana babana dünyâda âsî oldun. Ahıretde ikram etdin. Onların elinden yapış da, Cennete götür).Cennete gönderilmiyenleri melekler tevkif ederler. Zirâ onlar, ahkâm-ı âhıreti çok öğrenmişlerdi. Hattâ, ahıretden nasibi olmıyan bir kavm nidâ olunur ki, bunlar âhııetin odunudurlar. Cehennemi doldurmak için halk olundular. Onlara hitâben (Onlan durdurun, onlar süâl olunacaklardır) denir.Bunlar habs olunurlar. Tâ ki, kendilerine, Sâffât sûresinde bildirilen (Mâleküm lâ tenâserûn) diye nidâ çıkıncaya kadar kalırlar. Bu takdirce, teslim olurlar. Günâhlarını ı’tırâf ederler. Bir defada Nâra def olunurlar. Kezâlik ümmet-ı Muhammedin ehl-i kebâiri getirilir. îhtiyâr, genç, erkek kadın nerede ise cem’ edilir. Hâzin-i Cehennem olan (Malık) onlara bakdığı vakt der ki; (Siz, eşkıyâ cümlesindensınız. Ammâ ben görürüm ki, ne eliniz bağlanmış ve ne de yüzünüz kararmış. Sizden güzel kimse Cehenneme gelmedi). Onlar da, (Yâ Mâlik! Biz ümmet-i Muhammedin eşkıyâsıyız. Bizi bırak! Günâhlarımıza ağhyalım) derler. Mâlik onlara : (Ağlayınız! Lâkin size bu zemanda ağlamak fâide vermez!) der.
Bu takdirde, Cenâb-ı Hak tarafından: (Yâ Mâlik! Nâra bunları birinci kapıdan koy) diye nidâ gelir. Nâr bunları almak kasd ederken, bunlar (La ilâhe illallah) diye çağrışırlar. Hemen Nâr, bunlardan beşyüz senelik öteye ka^r. Yine bir nidâ gelir ki; (Yâ Nâr! Bunları içine al! Yâ Mâlik! Bunlan birinci kapıdan koy).
(Hazret-i Eyyûb) derler, (öyle ise, onu Allahü teâlânın zikrinden ve O’nun dînini kullarına yaymakdan ve hakkını ikâmeden belâ men’ etmedi) denir.
Bundan sonra (Gençler ve memlûkler ya’nî köle ve câri-yeler nerededir?) derler. Onlar da, huzûr-i Mevlâya getirilir. Onlara denilir ki; (Sizi Allaha ibâdetden ne şey men’ etdi?). Onlar da, (Allahü teâlâ bize cemâl ve hüsn verdi. Onunla aldandık, gençlik zevklerine daldık. Gençlik bizde hep kalacak sandık. Allahü teâlâ hazretlerinin dînini öğrenmedik. Hakkını ikâme edemedik, yerine getiremedik) derler. Memlûkler dahî (Kölelik ve câriyelik ve beğlere kulluk etdik. Dünyâ büyüklerine tapındık. Din câhili kaldık. Aldandık. Hakkullahı ikâmeden meşgûl, ya’nî mahrûm olduk) derler. Onlara hitâben denilir ki; (Siz mi, yoksa hazret-i Yûsüf mü cemâlde ziyâde idi?). Onlar (Hazret-i Yûsüf ziyâde idi) derler. (Öyle ise, hazret-i Yûsüfü, kul itâ’atinde iken hakkullahı ikâme etmekden hiçbirşey men’ etmedi) denir.Bundan sonra (Çalışmıyan, tenbel, fukarâ nerededir?) diye nidâ olunur. Onlar da götürülür. Onlara da, (Sizi Allahın hakkını ikâmeden ne men’ etdi?) denilir. Onlar (îş yapmadık. San’at öğrenmedik. [Kahvelerde, sinemalarda, maçlarda vakt geçirdik]. Allahü teâlâ da, bizi dünyâda fakrile mübtelâ kıldı. Fakirlik ve tenbellik bizi hakkullahı ikâmeden ya’nî yerine getirmekden men’ etdi) derler. Onlara hitâben, (Siz mi fakîr-likde ziyâde idiniz, yâhud hazret-i îsâ mı?) diye süâl olunur. Onlar da, (Hazret-i Isâ bizden dahâ fakîr idi) derler. (Öyle ise, o kadar fakirlik onu hakkullahı yerine getirmekden, din bilgilerini yaymakdan men’ etmedi de, sizi mi men’ etdi?) denir.Bir kimse bu dört şeyden birine yakalanırsa, bunlann sâhibini düşünsün! Peygamberimiz «sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem» düâsında (Yâ Rabbi! Gençlik ve fakirlik fitnesinden Zât-i üiûhiyyetine sığınıyorum) diye düâ ederdi.Hazret-i Mesîhden ibret alınız ki, sahîh olarak birşeye mâlik olmadı.[Mesîh, îsâ aleyhisselâmın ismidir]. Hakîkaten bir yün cübbeyi yirmi sene giydi. Seyâhati esnâsmda, ancak bir bardak ve bir kara kilim ve bir tarağı vardı. Birgün, birinin, eli ile su içdiğini gördü. Bardağı atdı. Birgün de, bir adamın eliyle sakalını tararken gördü. Tarağı da atdı. Der ki, benim hayvanım ayağımdır. Evim mağaralardır. Ta’âmım yerin otlandır. Şerâbım ırmakların sularıdır. [Hâlbuki, İslâm gürültü işitilir. Nâr bunlann kalblerini yakmak isteyince. Mâlik, Nârı men’ eder. (Ey Nâr, kendisinde Kur’ân olan ve îmân kabı olan kalbi yakma! Rahman olan Zât-ı ecelle ve a’lâya secde eden alınları yakma!) der. Bu hâl üzre. Nâra bırakılır. Görülür ki, bir kişinin sesi ehl-i Nârın sesleri üzerine çıkmış. Bunu Nârdan çıkarırlar. Hâlbuki, derisi yanmış. Allahü teâlâ ona: (Sana ne oldu ki, ehl-i Nârın en ziyâde bağıranı sensin?) buyurur. O kişi der ki: (Yâ Rabbî! Beni muhâ-sebe eyledin. Senin rahmetinden dahâ ümidimi kesmedim. Bilirim ki, sen beni işitirsin! Çok sayha etdim) der. Allahü teâlâ buyurur ki: (Bir kimse Allahın rahmetinden ümmîdini keserse, o kimse ehl-i dalâletdir). Ve ona (Git seni mağfiret etdim) der.Kezâlik, bir kişi Nârdan çıkar. Allahü teâlâ: (Ey kulum. Nârdan çıkdm. Hangi amelinle Cennete gireceksin?) diye süâl eder. O kul: (Yâ Rabbî! Ben âcizim, azıcık şeyden başka bir şey istemem) der. O kimse için Cennetden bir ağaç gösterilir. Allahü teâlâ: (Gördüğün şu ağacı sana versem başkasını ister misin?) buyurur. O kul: (Yâ Rabbî! İzzetin ve celâlin hakkı için, başkasını taleb etmem) der. Allahü teâlâ, (Bu, sana benden hibe olsun!) buyurur. O ağacın meyvesinden yiyip, gölgesinde gölgelendikden sonra, ondan güzel diğer bir ağaç dahî gösterilir. O kimse, o ağaca çokça bakar. Allahü teâlâ: (Sana ne oldu? Ona da mı muhabbet etdin?) buyurur. O kul, (Evet yâ Rabbî) der. Cenâb-ı Allah : (Sana onu da versem gayrisini istemez misin?) buyurur. (İstemem yâ Rabbî) der. O ağacın meyvesinden yir. Gölgesinde gölgelenir. Ondan güzel bir ağaç dahî gösterilir. Bu kimse, ona dahî bakakalır. Cenâb-ı Hak ona hitâben : (Bunu dahî sana versem gayrisini taleb eder misin?) buyurur. (İzzetin hakkı için, istemem yâ Rabbî) der. O zeman, Cenâb-ı Hak, dılık mu’âmelesi buyurur ve mü’min kimseyi, îmânı hürmetine afv buyurur. Cennete idhâl eder.Âhıret işlerinin şaşılacak işlerinden, garîblerindendir ki, bir kişi dahî huzûr-i ma’nevî-i İlâhîye götürülür. Allahü teâlâ, onu muhâsebe eder. Hasenât ve seyyiâti vezn olunur. O kimse, herhâlde yakînen bilir ki, Allahü teâlâ, o zeman hiçbir-şeyle meşgûl olmadı. Ancak o kimsenin hesâbiyle ve vezniyle meşgûl oldu. Lâkin öyle değil. Belki o lahzada bin kerre binlerce, sayısını Allahdan başka kimse bilmiyecek mikdârda kimselerin hesâbına bakıldı. Onların her biri zan eder ki, hesâb, o lahzada ancak ona mahsûsdur.Sahîfeler uçarak nâzil olur. Yâ sağ tarafından gelir, yâ sol tarafından gelir. Bu ise, ihtiyârî değildir. Nitekim, Cenâb-ı Hak, İsrâ sûresinin onüçüncü âyetinde, (Biz azim-üş-şân insan için sahîfesi açılmış olarak kendisine vâsıl olan kitâb ihrâc ederiz) buyurur.Ehl-i tasnîfden ba’zıları hikâye eder ki, Havz-ı Kevser, Sırâtı geçdikden sonra getirilir. Bu ise, yanlışdır. Zîrâ Sırâtı geçen kimse, bir dahâ Havza vürûd etmez.Yetmişbin kimse ki, hesâbsız Cennete girerler. Onlar için mîzân kurulmaz. Onlar sahîfeler almazlar. Ancak, onlara verilen sahîfeler üzerinde (Lâ ilahe illallah, Muhammedün resû-lullah. Bu filân ihni filânın Cennete girmeğe ve Cehennemden halâs olmağa berâtıdır) yazılıdır. O kulun günâhları mağfiret olduğu vakt, bir melek gelip, mevkıfe götürür. Ve nidâ ederek : (Bu filân oğlu filândır. Allahü teâlâ, onun günâhını afv eyledi. Bir dahâ şakî olmıyacak, se’âdetle sa’îd oldu) der. O kimseye, bu makâmdan ziyâde sevgili hiç bir makâm olmaz.Kıyâmet gününde, Resûller, minberler üzerindedirler. Her bir Resûlün minberi, kendi mertebesi mikdârmcadır. Ulemâ-i âmilîn, ya’nî Ehl-i sünnet i’tikâdmda olan ve bildikleri ile amel eden âli 1er dahî nûrdan kürsîler üzerinde olurlar. Allahın dînini korumak için şehîd olanlar ile sâlihler, Kur’ân-ı kerîmi tegannî etmeden okuyan hâfızlarla^ezânı sünnete uygun olarak okuyan müezzinler, toprağı miskden olan yerlerdedirler. Bunlar, ahkâm-ı islâmiyyeye tâbi’ olarak, iyi amel işledikleri için, kürsî sâhibidirler ki, onlar, hazret-i Âdem aleyhisselâm ve Nûh aleyhisselâmdan sırasıyla tâ hazret-i Fahr-i âleme gelinceye kadar, şefâ’at etmek taleb edenlerdir.Haberde vârid oldu ki, (Kur’ân-ı kerîm kıyamet gününde yüzü güzel ve ahlâkı güzel bir kimse suretinde gelir. Kendisinden şefâ'at taleb olunur ve şefâ’at eder. Kendisini mûsikî ile, [gazel okur gibi okuyanlardan ve çalgı ve oyun yerlerinde keyflen-mek için okuyanlardan ve para kazanmak için] okuyanlardan da’vâcı olur. Bu kimselerden hakkını ister. Murâd etdiği kimseyi alıp Cennete götürür).Kezâlik dünyâ, kocamış karı sûretinde, ak saçlı ve kadınların en çirkini sûretinde görülür. Nâsa denilir ki: (Siz bunu bilir misiniz?). Onlar: (Biz bundan Allaha sığınınz) derler.Denilir ki: (Siz dünyâda bunun üzerine hasedleşirdiniz. Birbirinize dahi buğz ederdiniz. Bunun için dîninizi verirdiniz).Kezâlik cum’a dahî yeni bir güvey sûretinde gösterilir. Mü minler ona dikkat ile bakarlar. Cum’a gününe kıymet verenleri misk ve kâfûr kumlan üzerinde hıfz eder. Cum’a nemâzı kılan mü’mınler üzerinde nûr bulunur ki, herkes ona bakıp te’accüb ederler. Tâ ki, cum’a onları Cennete götürür.Ey müslimân! Allahın rahmetine ve Kur’ânın ve islâmın ve cum’anın cömerdliğine ve sahâvetinc bakki, ehl-i Kur’ân, nasıl bir mevcûd-i ceberûtîdirÖlüm zemânında nefsin telâşından, hastada görülen hâllerden ma’nâ çıkaran kimseye iltifât olunmaz. Zîrâ yevm-i hendekde hazret-i Peygamber «sallallahü aleyhi ve sellem» ef^endimizin (Allahümme Rabbel ecsâdil bâliyyeti, vel ervâhii fâniyye) düâsı gösteriyor ki, her cesed çürür. Ve ervâh da, kıyâmet zemanı gelince, fenâ bulur. Bunlann küllisinin hâlıkı ye Rabbi Cenâb-ı Allahdır. Bu mezkûrâtm hepsi, ayrı ayrı ilmlere muhtâc olur. Bu kitâbdan başkalarında dahî bunlan beyân eyledik.
seo danışmanlığı, seo danışmanı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder