17 Mart 2015 Salı

seo çalışması ve seo fiyatları,ndan islam bilgisi3

 seo çalışması


seo çalışması ve seo fiyatları,ndan islam bilgisi3  elimizden gelen gayreti gösteriyoruz seo çalışması ve seo fiyatları  sizin icin en güzel yazılarımızı sunmaya devam ederken sizinde bildiginiz gibi
seo çalışması ve seo fiyatları  diyorki Babam elli sene hep gece nemâzı kılar ve seher vaktleri düâ ederek yâ Rabbî! Peygamberlerden başka kullarına kabrde nemâz kılmak nasîb etdin ise, bana da nasîb et derdi dedi.Habîb-i Acemî hazretlerini Terviye günü Basrada, ertesi arefe günü Arafâtda görürlerdi. [Habîb-i Acemî, Hasen-i Bas-rînin talebesidir. 120 [m. 737] de vefât etdi.Fudayi bin îyâd diyor ki, gözleri kör biri, Abdüllah bin Mubârek hazretlerine gelip, gözleri açılması için düâ etmesini istedi. Çok yalvardı Abdüllah, uzun düâ etdi. Gözleri hemen açıldı. Bunu, gözleri açılmış görenler çok idi. [Abdüllah bin Mubârek tmam-ı A’zamın talebesindendir. 181 [m. 797] de vefât etdi].Şevâhid-ün-nübüvve) kitâbından aldığımız yukarıda yazılı, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin kerâmetleri, Vehhâbîlerin yalan söylediklerini ortaya koymakdadır. Eshâb ve Tâbi’în hiç kerâmet göstermediler diyerek müslimânları aldatmak istiyorlar. Kendilerini rezîl ediyorlar. [(Şevâhid-ün-nübüwe) kitâbını Nûriddîn Câmî yazmış, 898 [m. 1492] de, Hirâtda vefât etmişdir].
Vehhâbî kitâbı üçyüzüncü sahîfesinde, (Kerâmet, Allahü teâlânın müttekî olan mü’minlere ihsân etdiği bir şeydir. Düâ veyâ ibâdet edince ihsân eder. Velînin dileği ve gücü ile olmaz. Ben velîyim, gaybleri bilirim diye ortaya çıkanlar, velî değildir, şeytândırlar) diyor.Vehhâbî kitâbı, burada doğruyu inkâr edememekdedir. Fekat, Evliyânın kerâmet satdığını söylemesi yalandır. Evli-yâyı ve tesavvufu inkâr etmek için, yalan söylemekden çekin-memekdedir. Evliyâlığı ve kerâmeti bilmediği için, zındıkların, dinsizlerin bozuk, iğrenç sözlerini tesavvuf büyüklerine bulaş-dınyor. Bakınız, tesavvuf büyükleri, evliyâlığı ve kerâmeti, nasıl açıklamışlardır. Büyük İslâm âlimi, kerâmetler kaynağı, Evliyânın önderi, imâm-ı Muhammed Ma’sûm, (Mektûbât) ki-tâbının birinci cildi, ellinci mektûbunda buyuruyor ki:Allahü teâlâyı tanımak, keşf ve kerâmet sâhibi olmakdan dahâ kıymetlidir. Çünki, Allahü teâlâya ârif olmak. Onun zâtındaki ve sıfatlarındaki gizli bilgileri anlamak demekdir. Hârika ve kerâmet ise, mahlûkların gizli bilgilerini anlamak-dır. Allahü teâlâyı tanıyıp ma’rifet hâsıl etmek ile, hârika, kerâmet arasındaki fark, Hâhk ile mahlûk arasındaki fark Ha»et-ı Osman, buna bakınca, (gözlerinde zinâ eseri anlaşılı-yor) buyurdu. Bu da, hazret-i Osmân’ın kerâmetlerinden biri ıdı. Bu keramet, (CârnKul kerâmât) da da uzun yazılıdır.kitâbında buyuruyor ki, imâm-ı Ahmed bin Hanbelden sordular: Eshâb-ı kirâm, çok kerâmet göstermedi. Onlardan sonra gelenlerde çok kerâmet göründü. Bunun sebebi nedir? Cevâbında buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmın imanları çok kuvvetli olduğundan, îmânı kuvvetlendirmek ı^n, bunlara kerâmet verilmesine lüzûm yokdu. Sonra gelenle-nn îmânları öyle kuvvetli olmadığından, îmânlannı kuvvetlendirmek için, bunlara kerâmet verildi.Şevâhid-ün-nübüvve) de diyor ki, Ebû Bekr «radıyallahü anh» vefât edeceği zeman, çocuklarını hazret-i Âişeye ısmarladı. Bir oğlum ile iki kızım sana emânet dedi. Hâlbuki, hazret-i Aışeden başka, yalnız Esmâ adında bir kızı vardı. Benim bir kızkardeşim var. Dediğiniz ikinci kız kimdir diye sorunca, refikam hâmiledir. Kızı olacak sanırım buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr vefât etdikden sonra, dediği gibi, bir kızı oldu.
Şevâhid-ün-nübüvve) de diyor ki, hazret-i Alî vefât edeceği zeman hazret-i Hüseyne buyurdu ki, benim tabutumu (Ameyn) denilen yere götürünüz. Orada, beyaz bir kaya görürsünüz. Her yere ışık saçmakdadır. Orayı kazıp, beni defn ediniz. Öyle yapdılar. Dediği gibi buldular.
Şevâhid-ün-nübüvve) de diyor ki, hazret-i Hasen, Abdül-lah bin Zübeyr ile yola çıkmışdı. Bir hurmalıkda dinlendiler Ağaçlar kurumuşdu. Abdüllah bin Zübeyr, ağaçda hurma olsaydı, iyi olurdu dedi. Hazret-i Hasen, düâ etdi. Bir ağaç hemen yeşerip hurma ile doldu. Orada bulunanlar, bu bir sıhrdir dedi. Hazret-i Hasen, hayır sihr değildir. Resûlullahın torununun düası ile cenâb-ı Hak yaratmışdır buyurdu.Ah, anam Patıma bınt-ı Resûldür. Gel, sen de yi dedi. Ceylân ^hp yıA ve gıtdı. Sofradaki çocuklaryine çağır diyerek yalvar-dıla^ Bırşey yapmazsanız çağırırım buyurdu. Yapmayız dediler. Yine öyle çağırdı. Ceylân geldi, yidi. Fekat, bir çocuk elini hayvanm sırtına sürdü, ürküp kaçdı.Ma’rifet, Allahü teâlâyı tanımakdır. Hârika ve kerâmet ise mahlûklan tanımakdır. Doğru olan ma’rifetler, îmanı art-dırır, olgunlaşdırır. Hârika ve kerâmet, böyle değildir, insanın yükselmesi, kerâmete bağlı değildir. Şu kadar var kı, Allahü teâlânın çok sevdiği kullarından birçoğunda keramet hasu olmuşdur. Evliyânın birbirlerinden üstünlükleri, Allahu tea-lâya olan ma’nevî kurbları, ma’rifetleri ile ölçülür Kerametlen ile ölçülmez. Hârikalar, kerâmetler, ma’rıfetden daha kıymetli olsalardı, Cûkıyye ve Berehmen denilen Hind papaslarının, Evliyâdan dahâ üstün olmaları lâzım gelirdi. Çünkı riyâzet çekerek nefsin isteklerini yapmıyorlar. Böylece kendilerinden hârika hâsıl oluyor. Evliyâda ise, kurb, ma rıfet h^ıl olmuşdur. Hârika hâsıl olmasını istemezler. Allahü tealayı tanımak varken, mahlûkları tanımak istemezler. Harika ye kerâmet, açlıkla ve riyâzet ile, her alçak kimsede h^ıl olabilir. Bunun Allahü teâlâya karîb olmakla, tanımakla bir ilgisi yok-dur. Keşf ve kerâmet istemek, mahlûklarla uğraşmak demek-dir.İnsanın kemâli, yüksekliği, fenâya kavuşmak her şeyi gönülden çıkarmakdır. İbâdetleri yapmak, tesavvuf yomnda yürümek ve nefse riyâzet çekdirmek, insanın kendi hıçlı^nı anlaması ve varlık ve varlığın sıfatlarının yalnız Allah için olduğunu anlaması içindir. Bir kimse, hârika ve kerâmet göstererek, herkesi yanına toplamak, böylece, başkalanndan daha üstün tanınmak isterse, kibr yapmış, kendini beğenınış olur. İbâdetlerin, seyr ve sülûkün ve riyâzet çekmenin faıdelennden mahrûm olur. Allahü teâlânın ma’rifetine kavuşamaz. Tesavvuf büyüklerinden Şihâbüddîn-i Sühreverdî, (Avarıf-ul-me-âriO kitâbında buyuruyor ki, hârikalar, ^^^âmetler, kalbın Allahü teâlâyı zikr etmesi yanında hiç kalır. [Şihâbüddın Suh-reverdî Abdülkâdir Ge>lriiinin talebesidir, 632 [m. 1234] de Bağdâdda vefât etdi.Ellibirinci mektûbda buyuruyor ki, (Zâriyât) sûresinin ellialtıncı âyetinde, (Cinni ve insanlan ibâdet etmek için yarat-dım) buyuruldu. Tesavvuf büyüklerinden birkaçı, bu âyet-ı kerîmeden (Beni tanımaları için yaratdım) anlamışlardır. lyı düşünülürse, iki anlayış da birdir. Çünki, ibâdetlerin en iyisi, zikr yapmakdır. Zikrin en yüksek derecesi, zikr olunanı duşun-mekden, kendini unutmakdır. Bu ise, ma’rifet demekdı^r. lüyor ki, ibâdetin en yüksek derecesinde ma’rıfet hasıl olmakdadır. Âyet-i kerîmede, nefs ve şeytân karışmadan, ıhlas ile ibâdet yapılması emr olunmakdadır. Bu da, fenâya kavuşmadan ve ma’rifetsiz yapılamaz. Görülüyor ki, ma’rıfetsız ibâdet hâlis olamaz.îmâm-ı rabbânî, müceddid-i elf-i sânî, Ahmed Fârûkî Serhendî, 1034 [m. 1624] senesinde, Hindistânın Serhend şehrinde vemt etdi. (Mektûbât) ın ikinci cildinin doksan ikinci mektûbunda buyuruyor ki: Velînin [ya’nî, Allahü teâlânın razı olduğu, sevdiği kimsenin] kerâmet göstermesi şart değildir. Âlimlerin harika ve kerâmet göstermeleri lâzım olmadığı gibi, Evliyânın da kerâmet ve harika göstermeleri lâzım değildir. Çünki evliyâlık, (Kurb-i İlâhî) demekdir. [Ya’nî, Allahü teâlaya yaklaşmak, O’na ârif olmak, onu tanımak demekdir. Ikıyuzalt-mışaltmcı mektûbda diyor ki, (Zâriyât) sûresinde, (İnsanı ve cinni, bana ibâdet etmeleri için yaratdım) buyuruldu. Bana arıt olmaları için yaratdım demekdir. Görülüyor ki, insanın ve cinnin yaratılmaları, Allahü teâlâya ma’rifet hâsü etmeleri içindir. Onu tanımakla kemâl bulmalan içindir .Bir insana kurb-ı İlâhî ihsân olunur. Fekat hiç ker^et verilmez. Meselâ, gayb olan şeyleri bilmez. Bir başkasına, hem kurb hem de kerâmet verilir. Bir üçüncüye ise, kurb verilmeyip, yalnız hârika şeyler, gayblardan haber vermek ıhsan olunur. Bu üçüncü kimse. Velî değildir, tstidrâc sahibidir. Nefsinin cilâlanması, gaybleri bilmesine sebeb olmuş, dalâlete düşmüş, hak yoldan aynlmışdır. Birinci ve ikinci kimseler, kurb nı-metine kavuşmakla şereflenerek, Evliyâ olmuşlardır. Evliyanın birbirlerinden yükseklikleri, kurblannın derecesi üe ölçülür.Muhammed Ma’sûm-ı Fârûkî 1079 [m. 1668] senesinde, Hindistânın Serhend şehrinde vefât etdi. (Mektûbât)m bınncı cildinin yüzkırkıncı mektûbunda buyuruyor ki: Hadıs-ı kud-sîde, (Evliyâmdan birine düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur. Kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında bana en sevgiliolanları, ona farz etdiğim şeylerdir. Kulum nâfîle ibâdetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim. Onu sevince, onun duyan kulağı, gören gözü ve tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Her istediğini veririm. Benden yardım isteyince, imdâ-dma yetişirim) buyuruldu. Bu hadîs-i kudsîye göre, insanı kurb ni’metine kavuşduran şeyler arasında, Allahü teâlânın en çok sevdiği farz olan ibâdetlerdir. [Harâmlardan sakınmak da farzdır. Hem de, farzlar arasında en mühim olanıdır]. Farzlardan hâsıl olan kurb, dahâ mükemmel ve dahâ ziyâdedir. Fekat, farzların kurb hâsıl etmeleri için ve terakki erdirmeleri için, a’mâl-i mukarribînden olmalan lâzımdır. Bunun için de, tesavvuf yolunda bulunan nâfıle ibâdetleri yapmak şartdır. Nemâz için, önce abdest almak lâzım olduğu gibi, farzların da kurb hâsıl etmeleri için, önce tesavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır. Kalb ve rûh, tesavvuf [mütehassıslannın, ya’nı Rehberin bildirdiği vazifeyi yapmak] ile temizlenmedikçe, farzların kurbuna kavuşulamayıp. Velî olmak şerefi hâsıl olamaz.Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî, üçüncü cildin onyedinci mektûbunda buyuruyor ki: Bizim yolumuzun esâsı, sünnete yapışmak ve bid’atden sakınmakdır. [Ya’nî, farzlara, sünnetlere sanlmak, ibâdet olarak sonradan uydurulmuş şeylerden sakınmakdır.Hadîs-i şerîfde, (Unutulmuş sünnetimi ihyâ edene yüz şehîd sevâbı vardır) buyuruldu. Unutulmuş sünneti ihyâ etmek, yâ onu yapmakla olur. Yâhud, hem yapmak, hem de başkalarına öğreterek, onların da yapmalarına sebeb olmakla olur. îslâmiy-yeti ihyâ etmenin bu ikinci şekli, a’lâ şeklidir. Umûmî olan birinci şeklden dahâ kıymetlidir. [Sünneti a’lâ şeklde ihyâ edenlere, ya’nî Ehl-i sünnet i’tikâdmı, farzları, hâramları, sünnetleri, mekrûhları, kısacası (İlmihâl) kitâblarını yazanlara, yayanlara ve bunlara para yardımı yapanlara ve kendileri de bunlara tâbi’ olanlara müjdeler olsun! Ehl-i sünnet bilgilerini hazırlayanlara ve yayanlara, islâmiyyete uygun olarak zekât ve kurbanın nasıl verileceği, (Seâdet-i Ebediyye) ve (İslâm Ahlâkı) kitâbının (Ey Oğul İlmihâli) kısmında bildirilmişdir.Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak ve kurb derecelerinde ilerlemek, ancak sünnete [ya’nî Resûlullaha] yapışmakla olur. Al-i İmrân sûresinin otuzbirinci âyeti olan, (Onlara de ki, Allahı seviyorsanız, bana tâbi’ olunuz!  Allah sana ve sana tâbi’ olanlara yetış. Ondan başkasına ihtiyâcımız yokdur buyurdu. İbni Kayyim ve Ibnı Teyrnıyye böyle olduğunu bildirdiler.Büyük tefsir âlimi, imâm-ı Beydâvî hazretleri, tefsir âlim-lennın baş tacı olup, 685 [m. 1285] de Tebrİzde vefat etmişdir. Bu buyuk alım, (Bu ayet-ı kerime Bedr gazâsmda Bidâ denilen yerde nazil oldu. Yâhud, Mekkede otuzüç erkek ve altı kadın iman etmışdK Sonra hazret-i Ömer de İmân edince, bu âyet-i kerime geldiğim Abdüllah ibni Abbâs hazretleri haber verdi) lyerek, ayet-ı kerimenin (Allahü teâlâ ve mü’minler sana kâfî-dır) demek olduğunu bildirdi. Hüseynî tefsiri de böyle yazıyor Celaleyn tefsin, mü;minlerin kâH olduğunu açıkça bildiriyor. Imam-ı Rabbani, ikinci cildin doksandokuzuncu mektubunda buyuruyor kı, (Peygamberimiz «aleyhi ve alâ âlihi.s-salevâtü vetteshmat», ıslamıyyetm, hazret-i Ömer’in yardımı ile kuvvet-enmesını ve yayılmasını, Allahü teâlâdan istedi.diyerek, düâ etmek, tahrîmen mekruhdur buyurdu. (Hidâye) kitâbı bunu açıklarken, çünki, mahl^ukların Allahü teala üzerinde hakları yokdur dedi. Fekat Allahü tealanm sevdiği bir kuluna verdiği hakkı düşünerek böyle dua etmek mekruh değildir denildi.Resûlullah «.sallal-lahu aleyh, ve sellem» efendimiz (Yâ Rabbî! Sana düâ edenlerin hakkı için ve Muhammed aleyhisselâmın hakkı için) diyerek düâ etdı. Bezzazıyye fetvâsmda da câiz denildi), işte bunun gibiherkese, her yerde, her zeıtıan, her işlerinde, yalnız Allahü teala kâfidir. Ondan başka yardımcı yokdur. Ondan başkasından yardım istemek şirkdir. Fekat, Allahü teâlânın verdiği hakkı düşünerek, düâ etmek câiz olduğu bıldınlmışdır. Allahü teala, Peygamberleri, sâlih kulları ve fen adamlarını ve çeşıdlı madde ve kuvvetleri, iş, para ve makâm sâhiblerını, kendi yaratmasına sebeb kılmışdır. Bu sebeblere yapışmak ve Allahü tealanm yaratmasını, bu sebeblere sarılmakdan beklemek caiz olur. Bunlar, Allahü teâlânın yaratmasına sebeb olarak bize katıdır, yetişirler demek iyi olur. Bunun içindir kaderin tefsir alimleri, yukarıdaki âyet-i kerimeyi (Allahü teala ve yanındaki mu minler, sana kâfidirler) olarak açıklamışlardır.
Vehhâbî kitâbının da, üçyüzseksenbirinci sa^hîfesınde yazılı, imâm-ı Ahmedin ye Müslimin Ebû Hüreyreden bildirdikleri hadîs-i şerîfde (Rubbe eş’asin medfu’un bıl-ebvabı lev akseme alellahi le ebirrehu) buyuruldu. Ya’nı saçı sakalı dağınık, üstü yamalı olduğu için kapılardan koyulan, soz erme kulak asılmıyan nice kimseler görürsünüz kı bunlar Allahm adı ile birşey için yemin etseler, Allahü teala, bu sevgili ku nm hâtırı için, o şeyi hemen
Vehhâbî kitâbında da yazılı olan bu hadıs-ı şerif, tesavvuf ilminin ve Rehber arayıp onun gönlünü kazanmağa doğru olduğunu gösteren vesikalardan, senedlerden bmdır. Bu hadîs-i şerife dayanarak, (Berîka) ve (Hadıka) kıtablarmda, yasak olan altmış sözün yirmiüçüncüsunde diyor kı, (Ya Rabbî! Şu Peygamberin veyâ ölü yâhud din salın, veli, alım kulunun hürmeti, senin ona »hsân etdığm kıymeti hürmetin^ senden istiyorum) demek câiz, ya’nî halâl olduğu, (Bezzazıyy ) fetvâsmda yazılıdır. (Münye) kitâbmdan ve eserlerden anlaşıldığına göre, böyle düâ etmek müstehabdır. Birçok ^»rlerın talebesine (Allahü teâlâdan birşey istiyeceğinız zeman, benden isteyiniz! Allahü teâlâ ile aranızda, şimdi ben vasıtayım) dedikleri kıymetli kitâblarmda yazılıdır. Ebül-Abbâs-ı Mursı hazretleri talebesine (Allahü teâlâdan birşey istıyeceğmız zeman, imâm-ı Muhammed Gazâlînin hürmeti rurdu.Vehhâbî kitâbı, üçyüzseksenbeşinci sahîfesinde, (Din imâmlarının ictihâd yapmaları caizdir. Çıkardıkları hukmlerı. delilleri ile yazarlar. Bir kimse, eline geçen delile, ya nı ayete ve
Âgâhî) de denir. Allahü teâlânın, her an, herşeyi gördüğünü, bildiğini hep düşünmekdir. Beşinci vazife (Râbıta) dır. Resûlullaha tam uyan bir zâtın karşısında olduğunu, onun yüzüne bakdığını düşünmekdir. Böyle düşünmek, ona karşı hep edebil olmağı sağlar. Edeb ve sevgi, kaİbleri birleşdirir. O zatın kalbinden, kendi kalbine feyz, bereket akmasına sebeb olur. Bu beş vazifeden en kolayı, en fâidelisi râbıtadır. Resûlullaha tam tâbi’ olmıyan kimse, kendisine râbıta yapdinrsa ikisine de zarar verir.Imâm-ı Rabbânî, birinci cildin ikiyüzseksenaltıncı mektubunda buyuruyor ki: Tesavvuf yolunda ilerlemek için, kâmil ve mükemmil yolu bilen bir Rehberin teveccühü, rehberlik etmesi lazımdır. Böyle hakiki bir Rehber bulmak, çok büyük m’-metdir. Ona isti’dâdına uygun olan bir vazife verir. İsti’dâdına göre, hiç vazife vermeyip, yalnız sohbetinde bulunmasını kâli görmesi de câizdir.Beş vazife ve Rehberin sohbeti, Resûlullaha uymağı kolay-laşdırmak ve ihlâs ile uyabilmek içindir, İslâmiyyete uyulmadıkça, bu vazifeler ve sohbet fâide vermez.Yukarıda bildirilen çeşidli mektûblardan anlaşılıyor k» insanların birinci vazifesi, Allahü teâlânın kurbuna, ya’ni mo rıfetıne, rızâsına, sevgisine kavuşmakdır. Bunun da tek yolu, Resûlullaha uymak ve bid’atlerden sakınmakdır. Resûlullal kolay ve doğru uyabilmek için ihlâs lâzımdır. İhlâs ile yapıln, yan ibâdetler fâideli olmaz. Kabûl edilmez. Kurb ni’meti kavuşdurrnaz. îhl^ elde etmek de, ‘ -savvuf yolunda çalı makla nasib olur. Görülüyor ki, tesavvufun bildirdiği vazifele yapmak, ibâdetlerin ihlâs ile yapılması ve kabûl olması içindi; Makbûl olan ibâdetler de, insanı Allahü teâlânın kurbunn ma rıfetıne, rızâsına kavuşdurur. Eshâb-ı kirâmın hepsi, soh bet ve râbıta vazifeleri: i yaparak, ihlâsın en üstün derecesin, kavuşdular. Onların bir avuç arpa sadaka vermelerinin kıymeti, başkalarının dağ kadar altın vermelerinden katkat ziyâde oldu. Görülüyor ki, tasavvuf yolu, bid’at değildir. İslâm dininin temellerinden biridir. Eshâb-ı kirâm, tesavvuf yolunda bulunan vazifeleri yapmışlar, bu sâyede, bu ümmetin en üstünlen olmuşlardır.seo çalışması ve seo fiyatları,ndan islam bilgisi3  sizin icin sundu.


seo çalışması

seo fiyatları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder