seo çalışması ve seo fiyatları,ndan islam bilgileri4 bugün sizin icin en güzel yazıları sizlere sunuyoruz sizinde bildiginiz gibi seo çalışması ve seo fiyatları herzaman sizlere güzel islam bilgilerini sizlere sunmaya devam ediyor seo çalışması ve seo fiyatları sizin icin diyorki Bir kimse velî olduğunu söylerse, gayb olan şeyleri bilirim derse, bu kimse, şeytânın Evliyâsıdır. Rahmanın evliyâsı değildir. Kerâmet, Allahü teâlânın müttekî kulunun elinde hâsıl etdiği bir şeydir. Düâsı ile veyâ ibâdeti ile hâsıl olur. Velînin bunda bir kuvveti ve arzusu te’sîr etmez. Evliyâ, velî olduklarını söylemez. Allahdan korkarlar. Sahâbe ve Tâbi'în Evliyânın en yüksekleri idi. Bunlar, gaybı biliriz demedi. Allah korkusundan ağlarlardı. Temîm-i Dârî, Cehennem korkusundan uyumazdı. Evliyânın nasıl olduklarını Ra’d sûresi bildirmekdedir. Böyle olan tesavvufculara Evliyâ denir)diyorÖnce şunu bildirelim ki, bu son yazısında, işin doğrusunu yazmakdadır. Keşki, Evliyâdan yardım istemeğe ve türbelerde düâ istemeğe şirk demeseydi ve böyle yapan müslimânlan öldürmek, kubbeleri yıkmak lâzımdır demeseydi, ne iyi
emri, bu fâniliği göstermekdedir. Evliyâlık, ya hâssa [husûsî] olur veyâ umûmî olur. (Vilâyet-i hâssa), Muhammed aleyhisse-lâmın evliyâhğıdır ki, tâm fenâ ve olgun bekâdır. Nefs fânî olmuş, Allahü teâlâdan râzı olmuşdur. Allahü teâlâ da, ondan râzıdır. Evliyâlığın yüksekliği, beş latîfenin derecesine, sırasına göre değildir. En yüksek derecedeki (Ahfâ) latîfesinin evliyâlı-ğına kavuşmak, öteki derecelerde bulunan Evliyâdan dahâ yüksek olmağı göstermez. Evliyâlığın üstünlüğü, asla yakınlık ve uzaklıkla ölçülür. Kalb denilen aşağı derecedeki latîfenin evliyâlığına kavuşmuş bir velî, asla dahâ karîb [yakın] olunca, ahfâ latîfesinde bulunan, fekat o kadar yakın olmıyan velîden dahâ üstün olur. Muhammed aleyhisselâmın evliyâlığına kavuşan velî, geri dönmekden korunmuşdur. Öteki velîler, korunmuş değildirler, tehlükededirler. Evliyâlık, yalnız kalbin ve rûhun fânî olması ile hâsıl olabilir. Fekat, bunların fânî olmaları için, öteki üç latîfenin de fânî olmaları lâzımdır. Evliyânın evliyâlığına (ViIâyet-i sugrâ) denir. Peygamberlerin evliyâlığına (ViIâyet-i kübrâ) denir. Vilâyet-i sugrânın sonu, enfüsdeki ve âfâkdaki ilerlemenin sonuna kadardır. Vilâyet-i sugrâda, vehmden ve hayâlden kurtuluş yokdur. Vilâyet-i kübrâda vehmden ve hayâlden kurtuluş vardır. Vilâyet-i sugrâ, beş latîfenin, Arşın dışındaki asllarını geçdikden sonra başlayıp, bu aslların da aslları olan, Allahü teâlânm sıfatlarının zillerini, görünüşlerini geçince, biter. Vilâyet-i sugrâ âfâkda ve enfüsde, ya’nî insanın dışındaki ve içindeki mahlûklarda olur. Ya’nî zillerde, görünüşlerde olur. Bunda sona erenler, (Tecellî-yi berkî) ye, ya’nî şimşek gibi çakıp geçen tecellîlere kavuşurlar. Vilâyet-i kübrâ, bu tecellîlerin [görünüşlerin] aslında olur. Allahü teâlâya yakın olan ilerlemedir. Peygamberlerin evliyâ-hğı böyledir. Burada, tecellîler, dâimîdir. Vilâyet-i sugrâ, (cezbe) ile (sülûk)dür. Evliyâlıkda sülük, ya’nî çalışarak ilerlemek, kalbin zikr etmesi ile ve murâkaba ile olur. Peygamberlik kemâlâtında ilerlemek ise, Kur’ân-ı kerîm okumakla ve nemâz kılmakla olur. Bundan sonra ilerlemek için hiçbir sebeb yokdur. Ancak Allahü teâlânm lütfü ve ihsânı ile olur. Ne kadar ilerlerse ilerlesin, islâmiyyetden dışarı çıkamaz, tslâmiyyete uymakda sarsıntı olursa, bütün vilâyet dereceleri yıkılır. Bundan da yukarı yükselmek, muhabbet ile, sevmek ile olur. Lutf ve ihsân başkadır. Aşk ve muhabbet başkadır. Peygamberlerin evliyâlığı bile peygamberlik üstünlükleri yanında aşağıdadır. (Vilâyet-i Muhammediyye), bütün Peygamberlerin vilâyetlerini
kendisinde toplamışdır. Peygamberlerden birinin vilâyetine kavuşmak, bu (Vilâyet-i hâssa)nın bir parçasına kavuşmakdır. Velînin inişi çok olunca, üstünlüğü de çok olur. Velînin bâtını, ya’nî kalbi ve rûhu ve öteki latîfeleri zâhirinden, ya’nî duygu organlarından ve aklından ayrılmışdır. Zâhirinin gâfil olması, bâtınına ulaşamaz. Hiçbir velî, hiçbir Peygamberin derecesine ulaşamaz. Bir velî, bir bakımdan, bir Peygamberin üstünde olabilir. Fekat, her bakımdan, bu Peygamber, bu velîden dahâ üstündür. Velî, küçük günâh işliyebilir. Fekat, hemen tevbe eder ve velîlik derecesinden atılmaz. Tesavvuf yolunda aranılan şey, fenânın ve bekânın, tecellîlerin ve zuhûrların, şühûd ve müşâhedenin, söz ve ma’nânın, ilm ve cehlin, ism ve sıfatın, vehm ve aklın ötesindedir.
Mürşid ya’nî Rehber, insanı Allahü teâlâya kavuşduran vâsıtadır. Talebe rehberini ne kadar çok severse, O’nun kalbinden feyz alması da, o kadar çok olur. Mürşid vesiledir, vâsıtadır. Maksad, Allahü teâlâdır. Mürşid-i kâmil, emme basma tulumba gibidir. Kalb makâmına inmiş olup, bir yandan rûh iledir. Öte yandan nefs iledir. Rûhdan aldığı feyzleri, ma’-rifetleri, nefs yolu ile talebesine ulaşdırır. Rehberini inciten veyâ inanmıyan, hidâyete kavuşamaz. [Bunun için Vehhâbîler, Allahü teâlânm feyzlerinden, ma’rifetlerinden mahrûmdurlar]. Rehberini incitenden kalbin kırılmazsa, köpek senden dahâ iyidir, buyurmuşlardır. Rehberine inanmakda, güvenmekde sarsıntı olursa, ilerlemek olamaz. Bu sarsıntının ilâcı yokdur. Rehberden feyz almak için teveccüh olmaksızın, yalnız onu sevmek yetişir. Rehber ile bulunanların, îmânları kuvvetlenir, îslâmiyyete uymak isteği hâsıl olur. Rehberin sözleri, hâlleri, hareketleri, ibâdetleri hep islâmiyyete uygundur. Ona uyan, onu dinliyen, Resûlullaha uymuş olur. Böyle olmıyan kimse, rehber olamaz.
Doğru yolda olmayıp, sözde rehber geçinenler, talebesini doğru yoldan sapdınr. Zararlı olurlar.
Tesavvuf, Resûlullahın «sallallahü aleyhi ve sellem» izinde bulunmakdır. însanlann yaratılışlarına göre, ayrı yollar hâsıl olmuşdur. Tesavvuf, ihlâsı artdırmak içindir. Tesavvuf yolunda bir Rehber lâzımdır. Rehber, oniki imâm ve sonra Abdülkâdir-i Geylânîdir ve bunlar gibi olanlardır.
Görülüyor ki, Vehhâbîler de, Ehl-i sünnet de, sebeblerin yaratıcı olmadıklarına inanmakdadırlar. Böylece müşrik olmakdan kurtulurlar. Vehhâbîler, uzakda bulunanın ve ölünün duyduklarına ve ölünün düâ edeceğine ve düâlarının kabûl olacağına inanmadıklan için, Ehl-i sünnetden ayrılıyorlar. Ehl-i sünnete, bunlara inandıklan için müşrik dedikleri anlaşılıyor. Uzakda olanların ve ölülerin işitdiklerini ve sâlihlerin düâları-nın kabûl olacağını yirmidördüncü maddede isbât etdik. Veh-hâbîlerin haksız olduklarını meydâna çıkardık. Hadîs-i şeriflerde (Din kardeşine arkasından yapılan düâ red olmaz) ve (Mazlûmun düâsı kabûl olur) ve (Ümmetimin günâh işlemiyen gençlerinin düâlan kabûl olur) ve (Babanın oğluna düâsı, Peygamberin ümmetine düâsı gibidir) ve (Düâ belâyı defeder) buyuruldu. Yukarıdaki hadis-i şeriflerin hepsi (Künûz-üddekâık) kitâbından alındı..Tenbîh-ülgâfîlîn) kitâbındaki hadîs-i şeriflerde (Bir müsli-mân düâ edince, elbet kabûl olur) ve (Bir lokma harâm yiyenin kırk gün düâsı kabûl olmaz) buyuruldu. (Bostan) daki hadîs-i şerîfde (Bismillâhillezî lâ yedurru me'asmihi şey’ün fil erdi ve lâ fîs-semâi ve huves-semrul âlîm. Düâsmı sabâh, üç kerre okuyan kimse, akşama kadar, akşam okuyan da, sabâha kadar belâdan kurtulur) buyuruldu. Bu hadîs-i şerifler, sâlihlerin., velîlerin, düâlarının kabûl olacağını göstermekdedir. Vehhâbî kitâbı, başdan başa her yerinde, buna saldırıyor. Allahü teâlânın sevdiklerine yalvarmağa şirk diyor. Ne kadar câhildirler. Ne kadar ahmakdırlar. Allahü teâlânın sevdiklerine yalvarmak, bunların sebeb olmalarını istemek, Allahü teâlânın düşmanı olan putlara yalvarmağa, putların yaratmalarını istemeğe benzetilebilir mi? Hak ile bâtıl birbirlerine karışdırılır mı? Allahü teâlâ, Vehhâbîlere akl versin.insâf versin,^doğru yola getirsin! Müsli-mânları bu felâketden kurtarsın! Amîn.Vehhâbîlik felâketini, Muhammed bin Abdülvehhâb adındaki bir ahmak ortaya çıkardı. îslâm dîninde büyük bir yara açdı. Vehhâbî olmıyanlara, haksız olarak, müşrik dedi, kâfir dedi. Kendisi yıkılıp Cehenneme gitdi ise de, aldatılmış olan câhiller, şimdi İslâm memleketlerine zehr saçıyorlar. Müs-limânların, bunlara aldanmamaları için, islâmiyyeti, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından doğru olarak öğrenmeleri lâzımdır. îslâmiyyeti doğru olarak öğrenenler, Vehhâbîlerin yalanlarına, yaldızlı yazılarına aldanmazlar. bozguncu olduklarını, müslimânları bölmeğe çalışdıklannı anlarlar. Müslimânlığı iyi öğrenmiyen câhiller, Vehhâbîlerin yalanlarına, iftirâlarma aldanır. Hele onların tuzaklarına düşenler, her sene hacca gidip, altınları alanlar, kendi memleketlerinde Vehhâbîliği yaymağa çalışıyorlar. Onların bozuk, zehrli kitâblarını terceme edip, müslimânları felâkete sürükliyorlar. Hadis-i şerifler, bu sapıkların ortaya çıkacaklarını haber veriyor. Bunların Deccâl sıfatlı olduklarını bildiriyor. Mehdî hazretleri, (Deccâl)ı öldürdükden sonra, Mekkeye, Medîneye giderek, binlerle Vehhâbîyi kılınçdan geçireceği hadîs-i şerîfde açıkça bildirilmekdedir. îmâm-ı Rabbânî, bu hadîs-i şerifi (Mektûbat) da uzun açıklamakdadır. Vehhâbîler, Ehl-i sünnete, doğru yoldaki müslimânlara saldıracaklan yerde, Kâdıyânî kâfirlerine ve sapık fırkalara saldırsalardı, islâmiyyete hizmet etmiş olurlardı. Ne yazık ki, islâmiyyeti yıkanlara, islâmiyyete hizmet etmek nasîb olmuyor.Büyük İslâm âlimi imâm-ı Kastalânînin (Mevâhib-i ledün-niyye) kitâbının tercemesi, beşyüzonbirinci sahîfesinde diyor ki: Allahü teâlânın bu ümmete ikrâm etdiği kerâmetlerden birisi, bu ümmet arasında kutblar, evtâd ve nücebâ ve ebdâl vardır. Enes bin Mâlik «radıyallahü anh» buyurdu ki, (Ebdâl) kırk kişidir. îmâm-ı Taberânînin, (Evsat) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruyor ki, (Yeryüzünde, her zeman, kırk kişi bulunur. Herbiri, Ibrâhîm aleyhisselâm gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce, Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir). İbni Adî buyuruyor ki, (Ebdâl kırk kişidir). İmâm-ı Ahmedin bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bu ümmetde, her zeman otuz kimse bulunur. Herbiri, İbrâ-hîm aleyhisselâm gibi bereketlidir). Ebû Nu’aymın (Hilye) kitâ-bında bildirdiği hadîs-i şerîfde^(Ümmetim içinde, her yüz senede iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişidir. Kırkı ebdâldir. Bunlar, her memleketde bulunurlar) buyuruldu. Bunları bildiren, dahâ nice hadîs-i şerifler vardır. Yine (Hilye) kitâbında, Ebû Nu’aymın merfû’ olarak bildirdiği hadîs-i şerîfde (Ümmetim arasında her zeman kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri, İbrâhim aleyhisselâ-mın kalbi gibidir. Allahü teâlâ, onların sebebi ile, kullarından belâları giderir. Bunlara ebdâl denir. Bunlar, bu dereceye nemâz ile, oruç ile ve zekât ile yetişmediler) buyuruldu. İbni Mes’ûd sordu ki, yâ Resûlallah ne ile bu dereceye vardılar? (Cömerd-likle ve müslimânlara nasihat etmekle yetişdiler) buyurdu.Kıyamet ve Ahîret —F. 11Muhammed bin Hanefiyye, Alî bin Hüseyne, ben senin amcan ve yaşça büyüküm. Halifeliği bana bırak dedi. (Hacer-ül-esved) den soralım dedi. Geldiler. Amca, sor dedi. Muhammed sordu. Taşdan ses çıkmadı. Alî bin Hüseyn, ellerini kaldırıp düâ etdi. Sonra, ey taş! Halifelik kimin hakkı olduğunu Allah hakkı için söyle dedi. Hacer-ül esved taşı titredi ve hilâfet Alî bin Hüseynin hakkıdır sesi işitildi.îmâm-ı Alî Rızâ «rahmetullahi aleyh», bir dıvar yanında oturuyordu. Önüne bir kuş gelip ötmeğe başladı. İmâm hazretleri, yanında oturana bu kuş ne diyor anlıyormusun dedi. Hayır, Allah ve Resûlü ve Resûlünün torunu bilir dedi. Yuvama yılan yaklaşdı. Gelip yavrularımı yiyecek. Bizi bu düşmandan kurtar diyor. Kuş ile git! Yılanı bul, öldür buyurdu. Gitdi, buyurduğu gibi buldu. [İmâm-ı Alî Rızâ, oniki İmâmın sekizincisi olup, 203 [m. 818] senesinde Tus ya’nî Meşhed şehrinde vefât etmişdir].Abdüllah ibni Ömer yolculuk yapıyordu. Yolda, bir topluluk gördü. Sebebini sordu. Yolda bir arslan varmış. Kimse ileriye gidemiyor dediler. Gitdi. Arslanın yanına vardı. Sırtını okşayıp, yoldan uzaklaşdırdı.Resûlullahın âzâd etmiş olduğu kölelerinden Sefine hazretleri diyor ki, deniz yolcusu idim. Fırtına çıkdı. Gemi batdı. Bir tahta üstünde kaldım. Dalgalar, beni sâhile götürdü. Bir orman içine düşdüm. Karşıma bir arslan çıkdı. Ey arslan! Ben, Resûlullahın sahâbîsiyim dedim. Boynunu bükdü. Bana sürtündü. Yol gösterdi. Ayrılırken mırıldandı. Vedâ’ etdiğini anladım.
Eyyûb-i Sahtiyânî hazretleri, bir arkadaşı ile çölde kal-mışdı. Arkadaşının susuzlukdan dili sarkıyordu. Derdinmi var dedi. Susuzlukdan ölmek üzereyim dedi. Kimseye söylemezsen sana su bulayım dedi. Söylemem diye yemîn etdi. Ayağını yere vurunca, su kaynağı belirdi. Doya doya içdiler. Eyyûb ölünciye kadar arkadaşı bunu kimseye söylemedi.Görülüyor ki, Allahü teâlâ, sevdiği kullarına kerâmetler ihsân etmekdedir. Velîler, kerâmetlerini saklarlar. Kimsenin duymasını istemezler.Hâmid-i Tavîl diyor ki, Sâlim Benânî hazretlerini kabre koyup örterken bir tuğla düşdü. Sâlim Benânînin kabrde nemâz kıldığını gördük. Hemen evine gidip, kızına sorduk.
seo çalışması ve seo fiyatları sizin icin sundu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder