IsUm büyükleri, geçmlfta rm halihazırda sözlerinin din olduğunu, kayıtsız «aruiz ğmı söylememiştir Hattâ onlar, muslumanlarL İlli araştırmaya dâvet etmişlerdir Mea fe. «Bu bizim ulaştığımız en iyi neuoedır Kıaı lursa ona uysun» demiştir Bazı fekıhlar ona» netice şüphe götürmez bir hakikat mıdır?» diye ıhlâs ve tevazu sahibi İmam da şu cevabı belki de ulaştığım netice şüphe götürmez bu'
imam Şafii, kıyasa dayanan göruşlarine aylan \m
larsa talebelerinin kendisine muhalefet bu hususta şöyle söylerdi: «Sahih bir hartıt hebim odur » O, bütün imam gücü ile şöy^ ber ın hadisine muhalefet edersem hangi y beni gölgelendirir?»
İmam Mâlik de aynı düşüncelere sahipti- O. sının fetvalarını yazmaktan menederdi- Nıtakım Ebu Hantfe nı şeyi yapmıştır. Talebesi Ebu Yusuf un Irmdisının gmı görünce ona şöyle demiştir; «Ey Yakım vay sözlerimi mi yazıyorsun? Ben bugüne göte nn başka türlü düşünürüm. Belki yarmdan soon da \mt İÜ düşünebilirim.»
Ahmed b. Hanbel. her insaıım Irtıhad yapatniannğgn ederdi. Dolayısiyle Hanbell mezhebuıde irtihnıl kaşnaı hiç mıştır. Bazı Hanefi ve Şafii mezhebine larda ictihad kapısını kapadığı hakia. Hanhahlar böyle bîr şeye ta> şebbüs etmemişlerdir.
Mezheplerarası ihtilâf; zekâları açaug. yonıİBa hı1wef ve sürekli gayretlerle İslâm ilimlerinm gtiıgmeamı lağ^eınnr Ba gof-
retler öyle zengin fıkhI bir miras en büyük serveti budur. denek mübalâğa ı eğer iyi bir karşılaştırma ympılıraa. Avruj çedışma mahsûlü olarak gördükleri tün olduğu ortaya çıkar.
Müctehld imamlardan sonra fıkhI çalışmalar, onların talebeleri tarafından aynı metodlarla yürütülmüştür. Daha sonra, sadece önceki imamların görüşleri İncelenmekle yetinllmiştir. Böylece fıkhı düşüncenin yerine öncekilere uyma fikri hâkim olmuştur. Ne yazık kı. hicri dördüncü asırdan sonra yavaş ypvaş başlamış olan taklit çilik. sonraki yüzyıllarda büsbütün İslâm dünyasını kaplamıştır
Taklide sürükleyen sebeplen şöyle özetleyebılınz:
1— Talebeler hocalanna u5rmuşlar, bunlardan sonra gelenler de daha öncekilere uymuşlar ve bu nesilden nesıle sürüp gitmiştir. Gelen her yeni nesil, kendinden önceki nesli daha çok takdir etmiş ve ona uymayı vazife bilmiştir.
2— Kazâ (yargılama), kendine göre bir metod ve olaylan bir disiplin içerisinde halletmek istemektedir Sahabîler.Tâbıiler veT^bâ'l Tâbiln devrinde kazâ (yargılama) belli kayıtlara tâbi değildi. Çünkü, bu devirlerde dinî duygu ve takvâ herşeyin üstündeydi Bu devirlerde kazâyı bir disipline sokmak fikri ortaya çıkmış ise de gerçekleşememiştir. Abbasi Halifesi el-Mehdi ve Harun er-Reşid devirlerinde kazâ işleri Hanefi fıkhma göre yürütülmeğe başlanmıştır. Bundan sonra Hanefi mezhebi. İslâm devletinin uzun asırlar boyu resmî mezhebi olmuştur. Endülüs (İspanya) ve Kuzey Afrika’da Mâliki mezhebi, bir müddet Şam’da Şafiî mezhebi aynı yeri işgal etmiştir.
3— Hicrî ilk üç asırda meydana gelen fıkhî servet, birçok meselelerin çözümünü sağlamıştır.
4— Hicrî üçüncü asırdan sonra mezhep taassubu hâkim olmuş ve mezhebler arasmda sert çekişmeler alevlenmiştir. Özellikle aynı ülkelerde bulunan mezhebler areismdaki çekişme (cedol) 1er, pek şiddetlenmiştir. Buna misal olarak Hanefi ve Şafiî mezheblerini verebiliriz.
İşte bu gibi sebeplerden İslâm bilginleri, sadece eskilerin sözlerine başvurmakla yetinmişlerdir. Daha sonraki asırlarda ictihad kapısı kapanmış ve koyu bir taklit çağı başlamıştır. Bütün me2dıep-ler. ictihad kapısmm kapanması fikrini aynı şekilde keu-şüamamış-ardır. Bu fikir, Hanefî ve Şafiî mezheblerinde büyük bir kabûle nazhar olmuş, Mâliki mezhebinde daha az revaç bulmuş, Hanbelî aezhebinde ise reddedilmiştir. Yukarıda da söylediğimiz gibi Han-lelîler, yeni olaylarm hükümlerini ortaya koymak için her asırda ir müctehidin bulunması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Zahiriler de daha ileri giderek, her müslumamn tÂkatı nispetinde ictihad yapması gerek-tı#ini söylemişlerdir. Onlara göre müslümanlar. hiç olmazsa fetvk verenlerin kim olduklarım ve onların verdi£p fetvâlann nelere dayandığını bilmelidirler.Zahirilerin dışmda ictihadm zarurî olduğunu söyleyenler, bunun âlimlere mahsus bulunduğunu ve halkm fetvâ sorduğu kimseleri taklıd edebileceğini ileri sürmüşlerdir.Çağımızda zihinler ictihad kapısmm yeniden açılmasına yönelmiştir. Mevkii ne olursa olsun hiçbir fakih, ictihad kapısmı kapatma yetkisine sahip değildir. Çünkü insan aklı, hiçbir zaman düşünmekten men edilemez, öte yandan yeni olaylarm. mevcut hayat şartlan altında bir hükme bağlanması gerekir.Elbette ictihad kapısmm kapatılması kötü bir şeydir. Fakat, ic-tıhad için gerekli ehliyete sahip olmayanlann ictihad yapmaları Is-lâmıyete daha çok zarar getirir. Bunun içindir ki müctehid’de bulunması gereken ehliyeti ve ictihad şartlarım belirtmek mecburiyetindeyiz. Müctehid olacak kimse, önce İslâm dîninin genel amaçla-nnı iyice kavramalıdır. Biz, burada İslâmî hükümlerin amaçlanyla içtihadı ve ictihad derecelerini kısaca açıklama)^ lüzumlu görüyo-
ruz.İslâm dîni, bütün insanlara rahmet olarak gönderilmiştir Kur an-ı Kerim’de. Peygamberine hitaben Allah şöyle buyurur «Biz. ni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik»’* Yine Kur’an’da. insanlar, size. Rabbınızdan bir öğüt, kalblerdeki şeylere şifâ. mi. minler İçin bir hidayet ve rahmet gelmiştir»’* diye buyurmuştur Bu nun içindir ki İslâmiyet bütün hükümlennde. sevgi ve adaletin hâ kim olduğu faziletli bir toplum meydana getirmek cihetine yöoti miştir.
Bu yüksek gayeyi gerçekleştirmek için İslâmiyet şu uç nokta* dan hareket etmiştir:1 — Ferdi yetiştirmek ve onu ahlâk bakımmdan olgunlaştırmak Çünkü, toplumun iyi olması için ana unsur ferttir. İslâmiyet, ferdi olgunlaşmayı. Allah'm emrettiği ibadetleri yerine getirmekle gerçekleştirir. Bütün ibadetlerin gayesi ferdi önce ruhi olgunluğa ulaştırmak. sonra da içtimai ilişkileri sağlamlaştırmaktır. Allah'ın emrettiği ibadetleri yerine getirmek, ruhları haset ve kin'den temizler, insanları birbirine kaynaştır£u:ak şekilde ruhları yükseltir. Böylece zulüm ve kötülük ortadan kalkar. İbadetlerin başı olan namaz hak-kmda Allah şöyle buyurmuştur: «Gerçekte namaz, her türlü fuhuş ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı zikretmek, elbette en büyük ibadettir».*^ Çünkü namaz, bütün yönüyle insanları ferdi ve içtimai bakımdan olgunlaştırır. Oruç da. Hac da böyledir. Hac; dilleri, renkleri ve memleketleri ayn ayn olan müslüman topluluğunda sevgi v© eşitlik ruhunu gerçekleştiren bir ibadettir. Zekât'm mânâsı, zenginle fakir arasmda anceık içtimai bir yardımdır. Bunun içindir ki Peygamber (S.A.), vâlilere; «Zekâtı zenginlerden alıp fakirlere veriniz» diye emretmiştir.
ktekt mmr ^ aesSenads adaM aar^ia^urmayl hadaf Cana «i«a fmipĞtk %amua.M^M anramaamı ha«kalanyla olan Hı «4aıaımiflıını«ıia aâaâai IdçMkıdaa ayrılmamak tarttır 't AI tmmimrm kariıîJUı kaklara aahip olduklarını va
at tdyla buyurmuştur laHyaraan. aan da onlara üif#a 10* kdaiHdal kaşlıaaı İçin da lata».
feaı ıçt«aaif da kaiij^ adaiati garvtklaşilrmayl da hadaf OAaymyta Maaadan kanaa karşıamda. rangln va fakir ifia kaanşlır lalam da imtiyazlı bir sınıf yok f^taa f^arr ısa zayıfttr Zayrf İman da haklı İsa güçlü-maaklar raak aıa aH torlu g6z«tmakalztn tak bir sınıf taş Hz rıj şssaıkısr hmmm kakrtmak için şdryla buyurmuştur
Bu konuda Mâliki fakihlerinden bir kısmı şöyle söylemiştir: Oğr® tim üç kademede yapılmalıdır
a)Müslüman gençlerinin hepsi okutulmalıdır. Fikri yeteneği ikinci kademeye geçmesine elverişli olanlar bu kademeye alınmalı dır. Buna yetenek bakımından elverişli olmayanlar zarûrî ve farz olan bilgileri öğrendikleri için bu kadarla yetinebilirler. Çünkü İslâm ümmeti bedeni ile çalışanlara, ziraatçılara ve çeşitli sanatlan icrâ edenlere ihtiyaç duymakt€uiır. Bunların meslekleri icabı muhtaç ol duklan alışkanlık ve bilgileri kazanmaları kâfi olup daha fazla aklı bilgilere ihtiycıçlan yoktuf
b)Birinci kademede başan gösterenler ikinci kademeye geçmelidirler. Buradan ileri gitmek için kabiliyetli olmayanlar. İslâm ümmeti içinde orta kültüre sahip bir sınıf teşkil ederler. Bunlara da ihtiyaç vardır. Bunlar birçok işleri yönetmek görevini üzerlerine alırlar.
c)İkinci kademede başarı gösterenler üçüncü ve yüksek kademeye çıkmalıdır. Burada da başan gösterenler fikir öncüleri, mûcit-lerdir ki İslâm ümmetinin gücü, maddî ve mânevi büyüklüğü bunlar sayesinde ortaya çıkar, önemli olan bunlann sayısı dcga, fikri güç ve yetenekleridir.
İslâmiyet, hiçbir kimsenin hakkını kısmamak için işin neticesini onun mâhiyetine uygun olarak tâyin etmiştir. Meselâ, iyi iş yapan iyi netice €Üır ve emeği kadar mükâfaat görür.
İslâm dîni, kadın hakkmda da adaleti en güzel şekilde gerçekleştirmiştir. Kadmın sahip olduğu haklcu- nisbetinde görevleri vardır Nitekim Kur*an-ı Kerim’de. «Erkeklerin meşrû surette kadınlar üzerinde haklan olduğu gibi kadmlann da erkekler üzerinde aynı şekilde haklan vardır. Erkekler, onlar üzerinde bir derece üstündür».İste Isîâmiyette her hakka karşı bir sorumluluk vardır. Hakla sorumluluk arasındaki ilişki değişmez. İslâmiyet, suç işleyen bir köleye hür insana verilen cezanın yansı kadar bir ceza tâyin etmiştir. Cariyeler hakkında da Allah şöyle buyurmuştur: «Onlar (cari-yeler) evlendikten sonra bir fuhuşta bulunurlarsa onlan hür kadınlara verilen cezanın yansı ile cezalandınn*.^ Bunun sebebi açıktır. Çünkü suç, küçük düşürücü birşeydir.
zûjie de^il, tahkir gözüyle bakarlar. O halde hûr ineanın işlediği suçun cezası onun cemiyet içerisindeki mevkiine uygun olmalıdır. Hür olmayan kimselerin cezası da. onlann toplum içindeki seviye ve itibarlarına uygun olmalıdır. Bu sebeple tsl&m hukukunda köle ve cariyelerin cezası, hür insanlarm hak ettiği cezanın yansı kadar tâyin edilmiştir. Roma hukuku bunun tam aksi istikametini kabul etmiş. aristokrasiye mensp olanleu*m cezasını azaltmış ve aynı suçu işleyen halk tabakasma mensup olanlan —ölüm cezası dahil— en ağır cezalarla cezalandırmıştır.
Isıâmiyete göre İçtimaî adalet; cuıcak faziletin, sevginin, adaletin bir topluma hâkim olması, ferdin şahsi menfaatinin başkasının menfaatına dokunmaması ve herkesin buna inanması ile gerçekleşir. Bu itibcurla bilginler, şu âyet, Kur’an’m bütün mânâlarını içinde toplamakteulır. demişlerdir: «Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Taşkın kötülüklerden, gayri meşru şeylerden, zulüm ve zorbalıktan nehyeder. O, size öğüt verir, tâ ki iyice dinleyip tutasmız».
3— Maslahatı gözetmek, kötülüğü def etmek: Bütün İslâmî hükümlerin amacı budur. îslâmiyetin Kur’am veya Hauiis ile emretmiş olduğu herşeyde insanlar için bir menfaat (maslahat) vardır. Belki bu maslahat, birçok kimselerin gözlerinden kaçabilir. Fakat ts-lâmiyetin gerçekleştirmek istediği maslahat, keyfî şeyler değildir. Onlar, hakiki olan umumî menfaatlardır. Bunlar, keyfî olarak değiştirilemez. Bu konuyu, İslâm! açıdan biraz daha genişleterek anlatmak istiyoruz
Burada îslAmiyetin gözettiği hcücîki maslahatları inceliyeceğiz İslâmî hükümlerde gözetilen maslahatlar. Kur’an ve Sünnet nass'la-nyla sâbittir. Nass’lann şâmil olduğu maslediata benziyen hususleu*-la, maslahat nevinden olan şeylerin nelerden ibaret olduğunu da burada incelememiz gerekir. Hiçbir İslâm hukukçusu veya herhangi bir kimse, nass’lara aykırı olan bir şeye İslâm adına maslahat ismi veremez. Çünkü nass’lara aykırı oleuı şeyler nefsi arzular olup Kur’an ve Sünnet tarafından bu gibi arzulara uyulması yasaklanmıştır.
Bütün nass’lann önemle üzerinde durduğu maslahatlar şunlardır :
1— Dîni korumak,
2— Canı korumaic,
3— Aklı korumak,
4— Nesli korumak,
5— Malı korumak.
Çünkü insanoğlunun içinde yaşadığı dünya meseleleri bu beş esasa dayanmakta insanlığın SEiadet dolu bir hayat sürmesi bun larla gerçekleşmekte ve insana saygı bunların korunmasıyla mum kün olmaktadır.
Şimdi bu maslahatlan tek tek ele alaJım :
1— Dînin korunması t İnsan, dini duygu ve inançlara sahip ol makla hayvanlardan ayrılmaktadır. Çünkü dinî hayat, insanın en belli başlı özelliklerinden biridir. O halde insanın inandığı din. her türlü tecavüzden korunmalıdır. İslâmiyet, din hürriyetini en güzel biçimde himayesi altına almıştır. Kur’an-ı Kerim’de Allah. •Dinde zorlama yoktur, îman ile küfür apaçık ortaya çıkmıştır»ve insana dini inançları yüzünden işkence yapmayı yasaklayarak. »Din yüzünden baskıda bulunmak (fitne) adam öldürme (kati) den daha kötü dûr»^* buyurmuştur.
Dini hayatı korumak ve insan ruhunu, dini duygularla beslemek için ibadetler emredilmiştir.
2— Can (nefsi ın korunması ı Bu, çok değerli ve olan yaşama hakkının korunması demektir Dolayısıyla insanı öldürmek, onun herhangi bir uzvunu kesmek veya gövdesini yaralamak gibi her turlu tecavüzden korumak gerekir İnsanm şeref ve haysiyetine saygısızlık göstermek, ona sövmek ve iftira etmek gibi her türlü haysiyet kırıcı şeyleri önlemek gerekir. Sebepsiz yere insıuım faaliyetini tahdit etmek gibi şeyleri men etmek de camn korunmasma dahildir Bu itibarla iş hürriyeti, düşünce hürriyeti, herhangi bir yerde oturma hürriyeti gibi hususlar, hür ve şerefli insan hayatının esaslarını teşkil eder Şerefli bir toplum içerisinde çahşmayı sağlayan hürriyetler, hiç bir saldırıya uğramıyacak şekilde korunmalıdır.
3— Aklın Korunması t Ferdi, topluma yük yapctcak ve onu diğerleri için bir kötülük v&sıtası kılacak her türlü felâketten insan aklını korumak icap etmektedir. Akim korunması bilhassa şu üç yönden önemhdir.
a)İslâm toplumunun her ferdi, birbirine yardun edecek şekilde akıl bakımmdan sağlam olacaktır. Çünkü toplumun her ferdinin aklı, sadece o ferde ait de^, biraz da toplumun malıdır. Zira fert, toplum yapısmm bir tuglasım teşkil etmektedir. Buna göre toplumun. ferdin sa|:lam olmasmı istemek hakkıdır.
b)Akli muvazenesini kaybeden fertler topluma yük olmaktadırlar. Böyle olmamak için insanlarm, Islâmiyetin hükümlerine boyun eğerek, aklı felâketlere maruz bırakan şeylerden sakmmalan gerekir.
c)Akıl ve şuur bozukluğuna uğrayan fertler, toplum içinde başkalarına kötülük ve tecavüz vâsıtaları haline gelirler. O halde dinin; akim muhafaza edilmesi için bazı müeyyidelere başvurması, akla zarar veren şeylerin kuUanılmasmı yasaklaması ve boylece toplum içerisinde kötülük yapılmasmı önlemesi vazifesidir. Bütün din ve kanunlar, heıu aklı korumayı hem de akıl hastalığma uğramış olanları tedavi etmeyi emreder İşte bundan dola3ndır ki İslâm dini, içki içenleri cezalandırmış ve akla zarar veren her türlü içki ve uyuşturucu maddeleri yasaklamıştır
— Neslin Korunması ı Bu. bütün insan türünü korumak ve yeni nesillerin sevgi, dayanışma gibi insanları birleştirici duygularla yetiştirilmesi demektir. Şöyle ki:
Her çocuk, önce ana ve babasının kucağmda yetiştirilir ve boy
lece kendisini koruyacak bir yuva bulmuş olur. Bu maksatla evlıhk hayatının düzenlenmesi ve bu düzenin korunması gerekir. Nitekim ırz ve namusun, zina ve iftira gibi tecavüzlerden korunması gerek mektedir. Bu da. Allah’ın, kan ve kocaya emanet ettiği vücudun te cavüzden muhafaza edilmesi demektir. Tâki karı - koca vâsıtasıyla temiz bir neslin devam etmesi ve mesut bir insan hayatının yer yüzünde sürüp gitmesi sağlanmış olsun. Böylece insan nesli çoğalıp insanlık cisim, akıl ve ahlâk bakımından kuvvetli olsun; fert, içinde yaşadığı toplumda başkalanyla anlaşıp kaynaşmaya müsait bir duruma gelsin. Zina ve iftira gibi suçlar için tâyin edilen cezalar, neslin korunması için konmuş olan müeyyidelerdir
5— Malın Korunması: Mal hırsızlık, gasb. rüşvet ve faizcilik gibi şeylerden korunacaktır. İnsanlar arasında adalet ve karşılıklı rıza esaslarına göre tanzim edilen bir nizam ile malın korunması gerekmektedir. Malın koruyucu ellerde artırılması da zaruridir. Çünkü fertlerin ellerindeki mallar, gerçekte bütün milletindir. Dolayı-siyle onu korumak ve fertler arasında adaletli bir şekilde dağıtmak, üreticilerin çalışmalarını kontrol altına almak, umumî gelirleri arttırmak, israfçılığa düşmemek ve Islâmiyetin tanımış olduğu mülkiyet hakkma saygı göstermek gerekmektedir.
Alım - satımı, icar işlerini, verimsiz toprakları verimli hale getirmeyi, yeraltı ve yerüstündeki tabiî kaynakları işletmeyi bir düzene sokmak, malın korunması prensibine dahildir.İşte bütün semavî dinler, bu beş hususun korunması meıksadıy-la gönderilmiş, beşerî kanunlar da aynı şeylerin gerçekleşmesinde ittifak etnüştir.
Bu hususta İmam Gazzalî şöyle söylemiştir:
«Menfaati celbetmek ve zararı defetmek, hakkın gayesi ve mak-satlannı elde etmede halkın yaran demektir. Fakat biz, maslahat sözü ile şerîatm maksadına uygun olan hususlann korunmasmı kas-dediyoruz. Şerîatm insanlar tarafmdan gözetilmesini istediği şeyler beştir: İnsanlarm dinlerinin, canlannm, akıllarının, nesil ve malla-rmm korunmasıdır. Bu beş esasm içine giren şeylerin korunması maslahattır. Bunlardan başkası ise mefsedet (zararlı) olup bunlann defedilmesi
^ birçok hükumİOT' m^rcnütur Biz. burada umumi olarak maslahatları fu tıç daracada tnoallyacaftiz:
I - Zaruri olanlar fZarûrlryât) ı Bunlar zaruri ve kesin olarak kfwuntnmm garakan maalahatlardır. Canm korunmasmda haya-tm. maan uzuvlarının va hayat için zaruri olan hususların korun-fnaat malın, naalin va dinin korunmasında zaruri olan şeylerin g6-zmUlmmm bu cûmladandtr.
Gazzâl! İM huatiata ş6yla söylemşitir: «Bu beş maslcdıatın korunması zartam daracaaindadtr. Bunlar, maslahatların en üstün de-racasiAj ts^kll adar Dolayısıyla müslümanlan dinden çıkaran kft.fi-na Mdanılmaaı. bid'ata götûran sapıkların cezalemdınlması gerekir.
Bu gibi tnaanUrm. halkı dinden çıkardıkları için ölümle cezalandı-rdiMİafi lâztmdsr Zırâ müslümanlan korumak için bu bir zarûret-tır llftid aaıra muhatap olan akıllan korumak için içki içenleri, nesil aa soy t—ttzlildPl Ibommak için zina edenleri, insanlann maişet-larmm mmmm teşkil edsn malı korumak için hırsız ve g&sıblan cezalandırmak icap sdar».^
fasaaı Gazzalintn bu sözünden anlaşılıyor ki bu beş esastan her hangi bsrtfcâO badar olmasına sebebiyet veren herşeyin defedilme-klftm dtDİ, bu maslahatların korunması için çok ağır koymuştur Ote yandan hayat tehlikeye dûştû^ tak-olan şeyleri yemek veya içmek, tsl&miyetin bir emri-açiık veya susuzluk sebebiyle ölüm tehlikesine maruz kimsenin, murdar olan bir eti veya domuz etini yemesi ve şa-ratg ıçasası vActptir
2 — Ifattyaç bakunmdan gözetilmesi gereken maslahatlar (H&-ctyyAsi : Banlar yakanda geçen beş esastan birinin korunmasıyla doğruya flgfli ofanayan, fakat gûçlû^ (meşakkati) kcddır-auur voya bu baş esasın korunması için tedbir ketbilinden olan mas-Insaclarm kolaylıkla elde edip kullanmasını önlemek seiümagmL kadının mahrem yerlerini açmasmı, nama-çasberfrhmş bir yerde fahnmasmı, şehirlerin giriş kapılannda ti-tu-osnm akarak iktikAr yapmayı ve dolayısıyla pahalıbk ya-yeeak^nıak ba töriû maslahatlar arasmdadır. Bunlar as-doirnıym bir maslahatın korunması değil, zarara g6-ve tehlike karşısında yasakların mtt-da böyiedür Bu cümleden olmak üzere insanların ihti-bırpok ekıtîer mûbah kılınmıştır. Ortaklaşa ziraat (mü-es bakım diğerinden olmak şartıyla ya-orjfJıçıldt lesüsakaal) para peşin mal Teresiye olmak kaydıy
la yapılan satış (selem), muayyen bir kurla malın satışı (murâba ha), malı alış fiyatına satmak (tevlıye) akitler* bunlara misal ola rak verilebilir.
Burada belirtmek isteriz ki insan hürriyetinin korunması da bu ikinci grup maslahatlara dahildir Çünkü, hürriyetsizlik içinde ha yat olsa dahi, kişi sıkıntı ve guçluge sokulmuş olur Neslin korun ması için nikâhlı olmıyanların bırbıriyle kucaklaşmalarını yasakla mak, malın korunması maksadıyla durumu müsait olanların borç lannı ödemeleri için zorlanmaları ve ödemezlerse cezalandınimula n da bu kabildendir Bunun içindir kı Peygamber (S A ) şöyle bu yurmuştur : «Zengin bir adamın borcunu sallaması haksızlıktır, cc zalanması gerekir.* Aklı korumak için çoğu sarhoşluk vnren şey ip azının haram edilmesi de beyledir
3 — Kemâl bakımından gözetilmesi gereken maslahatlar Iko mâliyyât = tahsîniyyât) : Bunlar, asıl maslahatların korunmasıyla
ilgili olmayıp onların korunması için tedbir mahiyetinde de değildir Bunlar, şerefi korumak ve hakareti önlemek maksadını güden şey lerdir. Canı korumak hususunda bâtıl iddialar ve sövme gibi, haya tın esasıyla doğrudan doğruya ilgili olmayan ve ihtiyaç nevinden ele bulunmayan, fakat hayatın kıymet ve şerefini zedeleyen şeylerin yasaklanması da bu türlü maslahatlardandır
Aldatmak ve gasp gibi doğrudan doğruya malın korunmasına dahil olmayan, fakat kemâl bakımından onunla alâkalı olan şeyle rin yasaklanması da böyledir. Aldatmak veya gasbetmek; malı bile rek tasarruf iradesiyle, kazanç ve zarar yönlerini doğru olarak bil mekle ilgilidir; zira burada malın aslına bir tecavüz yoktur. Ancak tasarruf hakkı olanın iradesine bir tecavüz vardır ki, o, buna karşı tedbirli olabilir.
Neslin korunmasmda kadmın süslenip püslenip sokağa çıkmasının yasaklanması da bu kabildendir. Bu konuda Allah şöyle buyurmuştur :
«Mû’min kadınlara da söyle : Gözlerini sakınsınlar, ırzlarmı korusunlar. zînetlerini açmasmlar, bunların görünen kısmı mûstesnâ-dır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Zînetlerini kendi kocalarından, yahut kendi babalarmdan, yahut kocalarının babala-rmdan, yahut kendi oğullarından, yahut kocalannm oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut biraderlerinin oğullarmdan, yahut kızkardeşlerinin oğullarından, yahut kendi kadınlarmdan, yahut ellerindeki câriyelerinden, yahut erkeklerden cins! ihtiyaçtan kesilmiş olan hizmetçilerden, yahut kadmlann gizli yerlerine he-
nüz vâkıf olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizliye-cekleri zincileri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'mln-1er. hepiniz Allah'a tevbe edin, tâ ki kurtuluşa ermiş olasınız.
İşte bu emir ve yasaklar, kemâliyâtın korunması kabilinden olup şeref ve haysiyyetin zedelenmemesi, günümüz kadmlannm içi nc duştugu küçüklük ve âdilikten uzaklaşılması amacmı gütmektedir
Dinin korunması konusunda itikat esasına dokunmayan, fakat dini esaslar üzerinde şüphe uyandıran sapık fikirleri, dinî hakikat-lar arasında ince bir karşılaştırma yapma gücüne sahip olmayanların başka dinlere ait kıtpIan okumalarını yasaklamak da bu türlü maslahatlar arasındadır Kezâ, necasetten sakınmak, camilere giderken temiz ve güzel elbiseler giyinmek beyledir. Bu maslahatların bir kısmı vâcip, diğer bir kısmı da nâfiledir. Birçok hallerde kemal kabilinden olan maslahatlar vâcip olabilir.
Aklın korunmasında zimmîlerin, müslümanlara haram olan içkileri ulu orta kullanmalannın yasaklanması ve bu içkileri, satın alanlar kendilerinden bile olsa, müslümanlann arasmda satmalarının yasak edilmesi de bu üçüncü smıf maslahatlara dahildir.
TEKLİFLERDE MASLAHATLARIN DERECELERİ
Maslahatların derecelerini biraz önce gördük. Zarurî olanlar birinci. hâciyâta dahil olanlar ikinci ve kemâliyâta ait olanlar da üçüncü dereceyi teşkil ediyordu. Hâciyât nevinden olan maslahatlar, ke-mâliyât nevinden olanlarla çatışırlarsa öncekiler tercih edilir.
Bazı bilginler, teklif ifade eden hükümlerdeki maslahatlan da derecelendirmek istemişlerdir. Bu durumda hükümlerin değerleri derecelerine göre değişecektir. Bu bilginlere göre şeriatın yapılma-smı istediği veya muhayyer bıraktığı her şey, ancak bir maslahat icabıdır. Maslahatm dereceleri ise emir nisbetinde değişmektedir. Netice itibariyle bunun her ikisi de aynıdır. Şeriatm haram kıldığı her şey bir fesadı (zararı) defetmek içindir. Fessıdm derecesi de yasaklanma (nehiy) nisbetinde değişmektedir. B€işka bir deyişle rıeh-yin derecesi, fesat nisbetinde değişmektedir.
Bu itibarla İzzüddin b. Abdisselâm (öl. 660 H.) maslahatlan ûç bölüme ayırmıştır;
derecelere a3mlırlar. Meselâ.; en üstün maslahatlar, bizzat yüksek bir kıymet taşıdığı Ribi, zarar ve kötülükleri defeder, menfaatian celbeder.
Vâcipler dayandıkları maslahatlara göre derecelenirler Bir v&-cipte maslahat büyük olursa vâciplık derecesi de o nisbette buyuk olur ve birinci dereceyi işgal eder. Meselâ; oruç keffaretinde şeriat, köle azâd etmeyi başa almıştır. Çünkü buradaki menfaat daha büyüktür. İki ay peşpeşe oruç tutmayı ikinci dereceye koymuştur Çünkü bu. ceza bakımından daha çok ve daha faydalıdır. Altmış fakiri doyurmayı uçuncu dereceye koymuştur kı. Ramazanda tutulması gereken bir günlük oruç için yapılması icatıeden tevbe altmış fakiri doyurmaktan ibarettir. Bu misallerimizde asıl olan, vaktinde tutulması gereken bir oruçtur.
İzzuiddin b. Abdisselâm. bir vacibin maslahat derecesi göz önüne alınarak başka bir vacip üzerine takdim edilişine dair şu misalleri zikretmiştir : «Boğulmakta olan insanları kurtarmak, farz na
malını vaktinde kılmaya tercih edilir. Çünkü masum kimseleri bo gulmaktan kurtarmak, Allah katında daha faziletlidir. îki maşlaha tı da korumak mümkündür, önce boğulan adamı kurtarmak, sonra geçen namazı kazâ etmek, gibi. Geçmiş bir namazın kaza edilmesi nin, bir canı kurtarmaya eşit olmadığı malûmdur. Kezâ, bir kimse, Ramazanda bir adamın boğulduğunu görse ve onu kurtarmak için orucu bozmaktan başka bir çare bulamasa, o kimse orucunu bozar ve o adamı kurtarır. Burada da iki maslahat bir arada bulunmuştur. Çünkü, canda Allah’a ait bir hak bulunduğu gibi canın sahibi için de bir hak vardır. Dolayısiyle bu hak. orucu vaktinde tutmaya tercih edilmiş, orucun kendisine tercih edilmemiştir, yani orucun kazâ edilmesi gerekir.
2— İnsanların islâhı için şerîatm mendup kıldığı hususlara ait meuslaiıatlar : Bu maslahatlarm en üstünü vacip olan maslahatlardan daha aşağı bir derecede olup bunlar mübah olan hususlara ait maslahatlar derecesine kadar iner.
3— Mübah olan hususlara ait maslahatlar : Mübah olan bir şey
ya bir maslahatı celhetmekte, yahut da bir mefsedeti (zararh şeyi) defetmektedir. Bu konuda tzzüddin şöyle söylemektedir:
peylerin dayandığı maslahatlcur, dünyevi şeyler olup bir kısmı diğer ^ir kısmmdan daha büyük ve daha faydalı olabilir. Bunlarm yerine retlrilmesinde bir ecir yoktur. Bir kimse, yfunm hurma yiyerek de lefsine dünyevi bir maslahat sebebiyle iyilik etmiş olur. seo fiyatları sizin icin sundu yarın kaldıgımız yerden devam edecegiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder