19 Mayıs 2015 Salı
seo fiyatları ile tarih bilgileri
seo fiyatları ile tarih bilgileri evet arkadaslar sizin icin seo fiyatları bu bilgileri arastırdı sizlere özel yazdı ve seo fiyatları diyorki Kadim dünyada hikmet^ ilm\ de kapsayan bir kavramdır. İslâm âlimleri, aslında hikmet anlamına gelen Yunanca logos^ Latince rea-sonın nazari boyutunu {theoretical reason) oluşturan sophidy\ ilim, hikmetin amelî boyutunu (practical reason) oluşturan Yunanca phronesisy Latince prudenceı da fıkıh kavramıyla karşılamışlardır (Tafsilat, Rosenthal 1970). İslâm’da amelden kopuk soyut ilmin bir değeri olmadığı için “ilim, hikmet ve fıkıh” fiilen özdeş sayılmıştır. Bazen anlamdaş olarak kullanılsalar da, Kur’ân’da vahiy ile özdeş olarak da kullanılan ilim^ mutlak bilgiyi ve onun öğrenilmesini, ise bunu anlama faaliyetini ifade eder (Fazlur Rahman 1992: 101).
İslâm’da fikrî faaliyetin amacı, verilmiş mutlak bilgiyi anlamak olduğuna göre modern çağda mutlak ve beşeri olanın yan yana getirildiği “İslâm düşüncesi” {Is/amic thought) deyimi, bir galat-ı meşhur olarak belirir. Düşüncenin beşerî, izafi karakterinden dolayı doğru adlandırma, “Müslüman düşüncesi” {Müslim thought) olmalıdır. Bu, bir kelime oyununun ötesinde kritik bir nüansın ifadesidir. Bu gerçek, sadece “mutlak/izafi” değil, “cvrensel/tikel” bilgi ayırımında da gcçerlidir. Örneğin “Bilginin Islâmîleştirilmesi” tartışmalarında, disiplinlerin az-çok evrensel karakterinden dolayı örneğin “Islâm kimyası” veya “İslâm matematiği”nden söz edilemeyeceği kabulüyle “İslâm ekonomisi”, “İslâm siyaseti veya edebi
Hıristiyanlık ve Islâm gibi Ibrahimî dinlerin nihaî hedefi, evrensç} bir kimliğin hâkimiyetidir. Ancak insan gruplan arasında kültürel ortamın getirdiği eşitsizlikten dolayı mudak bir monizm ve üniver^ salizm imkânsızdır. Bu sebeple Islâm gibi evrensel-yönelişli dinler, tikel ve evrensel kimlikleri bağdaştırmaya yönelik bir diyalektik çoğulculuk benimser. Bu diyalektik çoğulculuk, Ingilİ2x:edc naturey nurture olarak ifade edilen fıtrat/terbiye diializmine dayanmaktadır. Dinlerin üniversalistik/monistik yapısı, insan fıtratının ortaklığı, tikelci/plüralistik yapısı ise, insanlar arasında kültürel ortamın getirdiği eşitsizlik olgusundan kaynaklanır. İslâm, bu monizm/plura-lizm veya üniversalizm/partikülarizm diyalektiğini “vahdet içinde kesret” olarak ifade etmiştir. İslâm, ehl-i sünnet ve cemaat adıyla evrensel bir kimlik belirlerken, öte yandan alt düzeyde farklı meş-rûiyet taleplerinden doğan fırkaları ehl-i bid'at ve firkat genel başlığı altında topladıktan sonra bunları ehl-i kıble genel kimliği altında ehl-i sünnet ve cemaat ile birleştirir.İslâm dininin Asr-ı Saadefin ardından hız kazanan yayılma sürecinde Müslümanlar sürekli yabancı kültürlerle karşılaşmış ve bu süreçte doğal olarak tikel ile evrensel Müslüman kimlikleri bağdaştırma gerilimini yaşamışlardır. Ehl-i sünnet ve cemaat ile ehl-i bid'at ve firkat kimlikleri arasındaki gerilim, sünnet ve bid'at^ yani gelenek ile modernlik arasındaki bir gerilime dönüşmüş, bu da fıkıh denen İslâm düşüncesinin bir “yozlaşma/safıleşme” diyalektiğince gelişimine yol açmıştır. Akültürasyon dummlarındaki yozlaşmaya karşı İslâm düşüncesini tekrar aslî içeriğine kavuşturma misyonu, İslâm’ da tecdit olarak tanımlanır. Rasûl-i Ekrem ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-sclâm, “Allah, her yüz senenin başında bu ümmete, dinini yenileyecek adam (1ar) gönderecektir” hadisiyle tecdit misyonunu bildirmişti.^Dini bildiren ve ideal uygulamasını ortaya koyan Peygamber-i Zîşan ‘alcyhi*s-salâtü ve’s-selâm’den sonra onun sürdürülmesi için âlimler varis kılınmışrı; mucedditler ise bu âlimlerin kilometre taşlarını oluşturuyordu. Tecdit, atanmışlık veya seçilmişlige de^l, liyakate dayanan bir misyondur. Mücedditlerin, üstlendikleri bu misyona liyakatlerini ifade etmeleri doğaldı. İslâm'da beşinci ve en büyük müceddit sayılan Gazâlî (1058-1111) başta olmak üzere, Celâleddin Süyûtî ve Veliyyullâh Dihlevî gibi birçok müceddit, bu misyonlarını dile getirmişlerdi. Johannan Friedmann’a göre âlimler, tecdit iddiasında bulunduktan sonra bunun onay veya reddi icmâya kalıyordu (Landau-Tasseron 1989: 86).
Islâm'da Batılı reformasyondan farklı bir anlam taşıyan “dinin yenilenmesi {tecdit/reno^uationYy aslında “kemale ermiş dinin aslının korunması” anlamına gelir.^ Mesihçilik ile onun seküler versiyonu modernizmin arkasında daha mükemmele ulaşmaya yönelik bir ilerleme fikri yatar. Hâlbuki Islâm’ın da dâhil olduğu geleneksel dünyada tecdit veya restorasyondan amaç, belh bir süreçte oluşmuş mükemmel modeli daha da ileri götürmek değil, onu korumaktır. Hem öğretici, hem uygulayıcı Hz. Peygamber ‘aleyhi’s-salâtü ve's-selâmm misyonunu sürdürecek âlimlerin tecdit misyonu da bu bakımdan hem teorik, hem pratik bir boyuta sahiptir. Batı'da ortho-doxy ve orthopraxy (doğru inanç ve doğru pratik) deyimleriyle karşılandığı gibi sünnet, Rasûl-i Ekrem ‘aleyhi's-salâtü ve’s-selâmın temsil ettiği “doğru inanç ve yaşayış tarzı” olarak ahndığmda tecdidin, teorik kadar pratik bir boyutu da kapsadığı anlaşılabilir. Ancak ilgili hadisteki tecdid-i din ve Imâm-ı Gazâlî’nin şaheseri thyâu 'Ulûmid~din (Din İlimlerinin Canlandınlması)’in başhğının da yansıttığı gibi tecdit^ daha çok dinç, ilişkin teorik bir yenileştirme sayılmaktadır. Pratik boyutlu yenileştirme ise ihyâ ve ıslâh kavTam-larıyla ifade edilmiştir.
^ Bu konudaki karışıklık, İngilizce rerunjation ve innovation kelimelerinin her ikisinin de Türkçeye yenilemek olarak aktarılmasından kaynaklanmaktadır. Türkçedeki isimden fiil türetme yollarındaki nüansı göz önüne alarak inno-vationı yentlemey renozfationı da yenileştirme ile karşılayabiliriz. Daha çok sıfatlar için geçerli bu türetme tarzında, örneğin güz.ellemeky güzel olmayan bir fcyı güzel haline getirmeyi,
“Dinin ycniJcnmcsi“nin aslında dinin normunu tcrnıij Fahr-ı Alem ‘alc>'hiVsalâtu vc’s-sclâmın sünnetini koruma ^ mına geldiği anlaşıldıktan sonra sıra, “dinin yenilendiği” ^ suna gelecektir. Dı>ı, feriat^ şeriat ta fıkha dayandığına göre ^ başta fiktJkz içtihat olarak belirir. Dinin daha basit bir ortamda^*^ bir şekilde uygulandığı s^lef döneminden sonra gelen imamlar, ümmetin mutabakatıyla dört mezhebi kurarak her ortj mın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde dini cvrensclleştiiTnişlc.^j| Özellikle Hanefîlik ile Şâfî’îlik mezhebinin imamları, İmâm.j A’zam, yani “en bü\ük imam” lakabı kazanan Ebû Hanife ile hammed Şâfi’î, en önde gelen mücedditler sayılmıştır. Dört mc2-hep imamının uğraş konusu, istinbat denen hüküm-çıkarma yoluy. la bizzat fûrû-tfıkıh denen fıkhın pratiği idi. Fıkıh ekollerini kurarken izledikleri metodolojiyi, er-Risâle müellifi Şâfî’î dışında ayrıca ifadeye gerek duyan olmamıştı; çünkü bu dönemde insanlara gereken, bizzat dinin hükümleriydi.
Ancak daha sonra ideal ölçü sünnetten sapmadan kaynaklanan tedevyündeki yozlaşmanın, bizzat bu hükümlerin yetersizliğinden çok, eksik veya yanlış algılanmasından kaynaklandığı görüldü. Bunların doğru algılanarak uygulanması ise fıkhî/şer’î hükümlerin temellerinin bilincine varılmasına bağlıydı. Bu, Islâm’da asleyn^ yani iki asıl olarak ifade edilen usülud-din ve usûlul-fıkıh disiplinlerinin kapsadığı alanı oluştumr. Buradaki usûl ifundamentals)^ Batı’daki karşıhğı metodoloji kavramı gibi, bilginin hem felsefesi, hem de metodu anlamına gelmektedir. Bu iki usul disiplini, modem deyimle tslâmi dünyagörüşünün dayandığı alanı oluşturmaktadır.
Böylccc klasik içtihat döneminde dört mezhebin kurumsallaşmasından sonra tecdit denen içtihadın alanının fıkhın pratiğinden teorisine kaymasıyla içtihat da özel bir anlam kazandı. İçtihat yoluyla tecdit, artık naslardan yeni hükümler çıkarma yerine, zaten çıkarılmış hükümlerin arkasındaki ilkeleri, değerler manzumesini, dünyagörüşünü yeniden keşfe yöneldi. Nitekim İslâm’ın en bü}âik müceddidi sayılan İmâm-ı Gazâlî, teknik içtihat kapasitesine sahip olduğu halde ayn bir mezhep kurmak yerine mevcut Şâfi’î mezhebine tâbi’ olarak usulde içtihat yoluyla dini yenilemişti. Bunun başka örnekleri de vardı. Örneğin Osmanlı’da İbni Kemal’in çağdaşı büyük âlim Süyûtî, müçtehit olduğu gerekçesiyle dokuzuncu mü-BeânGmcer 137 seo fiyatları sundu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder