19 Mayıs 2015 Salı

seo fiyatları ile tarih bilgileri56

 seo fiyatı nedir


seo fiyatları ile tarih bilgileri56 evet arkadaslar  sizin icin en güzel yazılaırmızı sizlere sunmaya devam ederken sizler icin seo fiyatları diyorki Gazali üe İbni Rüşd'ün ikisi de mutlak bilgi kaynağı olarak 4 nin felsefeden üstünlüğünü ve felsefenin özerkliğini savunmakı dırlar. Örneğin Ibni Rüşd de, Gazâlî’den aşağı kalmayacak şckil^ Fârâbî ve özellikle Ibni Sina’yı, Aristotciven kavramların orijin^ anlamlarını değiştirmesinden dolayı eleştirmiştir. O, bir anlamda filozoflar adına mesleki hassasiyet gibi psikolojik bir saikle ve liklc “mümkün” ve “muhal” gibi bazı kipsel (modat) kavramUra yükledikleri farklı anlamlardan dolayı Gazali ile karşı karşıya gel~ m iş görünüyordu.
Özellikle Batılı, oryantalistik perspektiften bakışa göre, 1400’ den sonra İslâm dünyasında entelektüel faaliyet, geri döndürülemez bir durgunluk ve çöküş sürecine girmiştir. Kanaatimizce bu bakış, temelde, bu tarihten sonra İslâm dünyasında değişen politik konjonktür uyarınca değişen entelektüel faaliyetin doğasının dikkate alınması, dahası dönemdeki entelektüel üretimin tam dökümünün çıkarılmasındaki ihmalden kaynaklanmaktadır. XIII. asır, özellikle İbni ‘Arabi’nin 1240’ta vefatından 18 yıl sonra, 1258’dc gerçekleşen Bağdat’ın MoğoUara düşüşü, İslâm dünyasında bir dönüm noktasını işaredemektedir. Gazâli’nin vefatının üzerinden vaklaşık bir yüzyıhn geçtiği bu tarihte, İslâm dünyasının siyasî meşruiyet krizleri çözülmüştü. Şimdi İslâm dünyası için hayatî mesele, siyasî birlik ve askeri güvenliğini sağlayarak ayakta kalmaktı. Batı medeniyetinin yükselişe geçtiği 1500’den sonra İslâm dünyası Osmanlı Dcvleti’nin liderliği altında politik bir istikrar dönemine girdi.
Bu gelişme, entelektüel faaliyetin doğasını da etkilemiştir. BatıL ve onlardan etkilenen Doğulu araştırmacılar İslâm dünyasının entelektüel performansım, “sert bilgi” denebilecek, Batı’ya özgü spekülatif felsefe ve deneysel bilim bakımından değerlendirmektedirler. Hâlbuki Gazâlî sayesinde İslâm dünyasının meşrûiyet krizi çözülürken, böylcce alternatif meşrûiyet taleplerinin kaynağı olarak varhk sebebi kalmayan felsefe de sünnî İslâm dünyasında tedricen özerkliğini kaybetmiştir. Dahası Gazâlî, felsefenin özerkliğine son vermekle kalmamış, kelamı da rayına oturtmuştur. “Mütekaddi-
adı verilen kelam âlimlerine göre daha soyut ve spekülatif bir içerik taşıyan kelam, ondan sonra tabiri caizse “empirik’’ bir içerik kazanmıştır. Ona göre kelâm, bilinebilir olan her şeyi dejdi» ancak mevcudu, mevcut olması hasebiyle ele ahr (İzmirli 1981: 1-2).
Diğer taraftan Gazâh’nin açtığı bu çığırda Fahreddîn Râzî (1149—1210), Batfda Thomas Aquinas’ın yaptığı gibi felsefeye kelâmla uzlaştırmış, diğer bir deyişle onu kelâmın sınırları içine almıştır. Böylece İslâm düşüncesi, değişen sosyal arkaplana bağh olarak sürekli bir denge arayışı ve dinamizm göstermiştir. Muhyiddîn İbni ‘Arabi (1165—1240), henüz 18 yaşındayken yazdığı mektupta Fahreddîn Râzî’ye yaptığı entelektüel sentezin eksik olan marifet boyutunu kendisinin tamamlayacağını belirtmiştir. Böylece Râzf nin felsefe ile kelam arasında yaptığı sentezi, İbni ‘Arabi tasavvufla tamamlamıştır.
Vahdet-i vücut doktrinine dayah tasavvuf, bazı yeni çalışmaların tespit ettiği gibi (Knysh 1999), İslâm düşüncesinde yeni bir çığır açmış, ona yeni bir ivme kazandırmıştır. Nasîreddîn Tûsî, Molla Fenârî, MoUa Câmî, Mir Dâmâd gibi isimlerden sonra gelen Molla Sadra’da, İslâm düşüncesindeki bu sentez arayışı zirveye çıkmış sayılabilirdi. İslâm dünyasında kelam ve tasavvuf yanında fıkıh usûlü veya hukuk felsefesi, entelektüel faaliyetin yoğunlaştığı üçüncü alanı oluşturdu. Bu bakımdan “şerh ve haşiyeler” gibi pejoratif etiketler yapıştırılan bu dönemin tam entelektüel dökümü çıkarılmadan verilecek “durgunluk, gerileme, çöküş” gibi hükümler havada kalmaya mahkûmdur.
İslâm Yorumlan
Din ile ilgili bütün kavramlarda görüldüğü gibi, insanın ontik deneyimini karakterize eden kavram “yolculuk”tur; dünyadan âhirete kurtuluş yolculuğu. Yolculuk, “yol”larda gerçekleşir. Din ve şeriat, sünnet, mexhep, tarikat, meşrep gibi ilgili bütün kavramların ortak esprisi “yol {^vayYdur. Bunların bu Arapça faridı kelimelerle ifadesi
Kelam ilminde mütekaddimin, îmâm-ı Gazâlfden önce, müteahhirin ise, ondan sonra gelen İslâm âlimleri anlamına gelmektedir. Genel olarak İslâm •Ümidinde ifc müteahhirin deyimi, Sa’deddîn Taftazânî
ise su-adannda kritik nüanslar olduğunu gösterir, ana yol, talî tercihli yol, patika yol gibi. Bu noktada din/tedeyyün ayırmu on^ lidir. Dtn (religion^y İlâhî, mutlak ve mükemmel yolu, tedey^^ (religiosity) ise beşeri, İzafî ve eksik yol ve vürüyüşü ifade eder. insana rehberlik eden şaşmaz bir düsturu, “din yorumu” dcncbilç. cek tedeyyün ise insanların belli bir zaman ve mekânda dini algılayış ve yaşayış tarzlarını ifade eder. Islâm anlayışı^ dinin algılanma tarzını anlatırken, İslâm yorumu^ teori ve pratiğin etkileşimiyle dinin algılanma ve uygulanma tarzının bileşimini anlatır, Mexhep, tarikat, meşrep vs. ise, genel tedeyyünün özel tezahürlerini ifade eder İdeal, mümkün olduğunca gayr-i mükemmel tedeyyünn, mükemmel dine, yaklaştırmaktır.
Bu bakımdan din tek ve evrensel, tedeyyün/ler ise çoğul ve tikel olarak belirir. Yy\v\, fıtrat denen insan doğasına, karakterine, ihtiyaçlarına uygun olarak gönderilen bir nizamdır. Dinin evrenselliği, insanın evrensel karakterinden ileri gelir. Ancak İngilizcede natu-re/nurture (tabiat/terbiye) düalizminin anlattığı gibi, insanın evrensel karakteri yanında bir de kültürel/çevresel faktörlerle belirlenen tikel karakteri vardır. Dolayısıyla insanın evrensel karakterini yansıtan dinlere karşılık tedevyünler, insanların tikel karakterini yansıtır. Hatta dünya çapında bakıldığında bizzat dinlerin karakteristikleri bakımından belli topluluklara uyduğu görülür. Bazı din sosyoloji çalışmaları, dinler arasındaki genel kültür farklılıklarının bir şemasını çıkarmışlardır (Robertson 1970: 78—105). Burada yazar, Doğulu ve Batılı dinleri, kurtuluş idealinde vurgu yaptıkları sfer (bu dünya-âhiret), sosyal yaptırım gücü olarak hukukî ve ahlakî normlar arasındaki kurdukları denge gibi kriterlere göre karşılaştırmıştır ki bu şemada İslâm, Yahudilik ve Hıristiyanlığın ortasında bir yere yerleştirilmiştir.
Bu bakımdan din yorumlan, kolektif beşerî karakterin çapına göre değişmektedir. Ulusal ueya komünal karakter, din yorumlannı belirleyen bu tikel kolektif karakteri anlatmaktadır. Dolayısıyla evrensel dinlerde belli başlı kültürel topluluklar kadar tedeyyün olduğu söylenebilir. Kültürün, dolayısıyla kültürel toplulukların belirlenmesinde ırk ve coğrafya ana faktörler olarak alınırsa, örneğin Hıristiyanlığın vatanı Avrupa’da ırkî bakımdan Latin, Yunan ve Germenlere özgü Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık adlı, coğ-
Bedri Gencer 149
rafi bakımdan da Anglo-Amerikan, Kıta Avnıpası, İskandinav ve Akdeniz’e özgü tedcyyünlerden bahsedebiliriz.
Çakımızda sosyal bilimlerde İbni Haldun ve Montesquieu’nın izinde yapılan, İngiliz, Alman, Fransız vb. ulusal karakter incelemeleri görmek mümkündür; ancak dini karakter konusunda bu tür bilimsel çabayı görmek zordur. Zira ulus-devlederiyle karakterize modern ça^da, komünal sadakatin odağı olarak dinin yerini ulus ve medeniyet almıştır. Bu konuda seyrek olarak, örneğin edebiyat düzleminde, empresyonistik tarzda çalışmalara rastlamak mümkündür, Shakespearc (Taylor 2003) üzerinden İngiliz Hıristiyanlık yom-munun incelendiği bir çalışmada görüldüğü gibi.
Çağımızda din yorumlarına ilişkin sistematik incelemelerde görülen bu eksikliğin temel sebebi, muhtemelen aşın-uzmanlaşma olgusudur. Her din içinde tikel yorumlan temsil eden meıJjep ve tarikatları tanımlamak nisbeten kolay olsa da bunları kapsayan ana tedeyyünler için aynısını yapmak zordur. Din yommu, bir topluluğun inanç ile hayat t2irzının etkileşimiyle oluştuğu için, inceleyicinin, yorumun her iki boyutuna da, hem teorik dinî boyuta, dinlerdeki doktrinal ayırımlara, hem de tarihî sosyolojik boyuta vâkıf olması gerekir. Oysa sosyolojinin teolojiden boşandığı çağımızda sosyal bilimcilerin özgül uzmanlık alanlarından din yorumlarını incelemeleri de iyice zorlaşmıştır.
Gene de bu bütüncül perspektife en yakın düşen disiplin, din sosyolojisidir. Din sosyolojisinin öncüsü Max Weber, tarihî sosyolojik açıdan Protestanhk denen Hıristiyanhk yorumunu inceleyerek bu konuda Batılı sosyal bilimde çığır açtı. Çağımızda sosyolojik açıdan din yorumlarını inceleyen hepsi Alman kökenli öncü isimler olarak M. VVeberin yanında Ernst Troeltseh ve H. Richard Nie-buhr u anabiliriz. Burada M. Weber in ilk kez tespit ettiği, Protestanlığın doktrinal, teolojik anlamının ötesinde gördüğü tarihî-sos-yolojik işlevin sonuçları idi. Ancak onun buradaki esas amacı, kapitalizmle karakterize Batılı modernliğin kökenlerinin keşfi olduğu için genel anlamda Protestan din yorumunun incelemesine girmemiştir.
Din yorumu, inanç ile hayat tarzı arasındaki etkileşimin, kısaca “bir topluluğa özgü duyuş, düşünüş ve yaşayış tarzı, değer ve norm-
150 Kavramsal Arkaplan
lar manzumesi" olarak tanımlanabilecek küîtünin ürünüdür B göre araştırmacının işi, karmaşık inanç ve hayat tarzlarını ayn kavradıktan sonra bunların nasıl etkileşerek ortaya nasıl bir din yorumunun çıktığını tespittir. İnanç tarzty dinin doktrinal yap^, özellikle giderek beşeri pratikle bağını koparan Hıristiyanlık’ta oldukça karmaşıktır. Hayat tam ise zamanla toplulukların çapı büyüdükçe karmaşıklaşmıştır, zira kültürü biçimlendiren, ırk, coğrafya, siyaset, tarih, eski kült ve dinler gibi birçok faktör vardır. Bu konuda belki de anahtar kavram “adet"tir ki bunu “bir şeyi sürekli yapış tarzı" olarak anlatabiliriz. Zaten bir anlamı adet olan din de insan fıtratına uygun adederin tasdik ve tarifi için gelir.
Bundan sonraki mesele, inanç ve hayat tarzı arasındaki etkileşim tarzını kavramaktır ki hermenotik, buna en uygun perspektif olarak belirir. Hermenötik disiplini, tekst (metin) ile ve bu tekstin tarih ve toplumda tekabül ettiği konteksti (bağlam), karşdıklı atıfla birlikte anlamayı amaçlar. Burada tekste inanç tarLi, kontekst de hayat tarz.t olarak alınabilir. Tekst açısından bakıldığında, örneğin, Protestanhğın Katolik din yorumuna bir tepki olarak ortaya çıktığı, ancak Luther ve Calvin’i izleyen Alman ve Ingilizlerin farklı hayat tarzlarında Protestanlığı farklı din yorumlarına dönüştürdüğü görülebilir. Şu halde sosyolojik perspektiften, bir dinde çıkan soyut inanç akımlarının haddizatında bir değeri yoktur; tutunacak bir çevre ve insan grubu, sosyo-kültürel bir taban bulamadığı takdirde bunlar yok olmaya mahkûmdur; Rumeli’deki Melâmilik örneğinde olduğu gibi.seo fiyatları sundu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder